|
mahonick ÜyePuan: 1768.5 | Gönderilme Tarihi: 04 Haziran 2009 22:29:35
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Bu acip asırda ehl-i îman, Risale-i Nur'a; ve ehl-i fen ve mektep muallimleri "Asâ-yı Mûsa" ya şiddetle muhtaç oldukları gibi; hâfızlar ve hocalar dahi "Zülfikar"a şiddetle muhtaçtırlar.
Evet, meselâ i'câz-ı Kur'âniye bahsindeki ekser âyetlerin medar-ı şüphe ve itiraz olmuş aynı yerlerde, i'cazın lem'aları ve Kur'an'ın güzel nükteleri isbat edilmiş.
Umum Risale-i Nur Şâkirdleri nâmına
SAİD NURSÎ
(Sh:Asa-6)
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَ اِنْ مِنْ شَئٍْ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, Sıddık Kardeşlerim,
Mâdem Risale-i Nur makine ile taammüm etmeğe başlamış; ve mâdem felsefe ve hikmet-i cedideyi okuyan mektepliler ve muallimler çoklukla Risale-i Nur'a yapışıyorlar. Elbette bir hakikat beyan etmek lâzım geliyor.
Şöyle ki:
Risale-i Nur'un şiddetle tokat vurduğu ve hücum ettiği felsefe ise, mutlak değildir; belki muzır kısmınadır. Çünki, felsefenin hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye ve ahlâk ve kemâlat-ı insaniyeye ve san'atın terakkiyatına hizmet eden felsefe ve hikmet kısmı ise, Kur'an ile barışıktır. Belki Ku'an'ın hikmetine hâdimdir, muaraza edemez. Bu kısma Risale-i Nur ilişmiyor.
İkinci kısım felsefe ise: Dalâlete ve ilhada ve tabiat bataklığına düşürmeğe vesile olduğu gibi sefahet ve lehviyyat ile gaflet ve dalâleti netice verdiğinden ve sihir gibi hârikalarıyla Kur'an'ın mu'cizekâr hakikatlarıyla muaraza ettiği için, Risale-i Nur ekser eczalarında mizanlarla ve kuvvetli ve bürhanlı muvazenelerle felsefenin yoldan çıkmış bu kısmına ilişiyor, tokatlıyor. Müstakim, menfaatdar felsefeye ilişmiyor. Onun için, mektebliler Risale-i Nur'a itirazsız, çekinmeyerek giriyorlar ve girmelidirler.
Fakat gizli münafıklar, nasılki bir kısım hocaları bütün bütün mânasız ve haksız bir tarzda ehl-i medresenin ve hocaların hakikî malı olan Risale-i Nur aleyhinde istimâl ettikleri gibi, bazı felsefecilerin enaniyet-i ilmiyelerini tahrik edip Nur'lar aleyhinde istimâl etmek ihtimaline binaen bu hakikat "Asâ-yı Mûsa" ve "Zülfikar" Mecmuaları başında yazılsa münasip olur.
S A İ D N U R S Î
(Sh:Asâ.7)
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
İmam-ı Ali (Radyallahü anh) "Celcelûtiye" sinde, pek kuvvetli ve sarâhata yakın bir tarzda Risale-i Nur'dan ve ehemmiyetli risalelerinden aynı numara ile haber verdiğini, "Yirmisekizinci Lem'a" ile "Sekizinci Şua" tam isbat etmişler ve İmam-ı Ali (Radiyallahü anh) Risale-i Nur'un en son risalesini, "Celcelûtiye" de, وَِبِاِسْمِهِ عَصَا مُوسَى بِهِ الظُّلْمَةُ انْجَلَتْ fıkrasıyla haber veriyor. Biz bir-iki sene evvel, "Âyetü'l Kübrâ"yı en son zannetmiştik. Halbuki şimdi, altmışdörtde (Miladî 1944) te'lifce Risale-i Nur'un tamam olması; ve bu cümle-i Aleviyyenin meâlini, yâni karanlığı dağıtacak, Asâ-yı Mûsa (A.S) gibi ışık verecek, sihirleri ibtal edecek bir risaleden haber vermesi; ve bu mecmuanın "Meyve" kısmı bir müdafaa hükmüne geçip başımıza çöken dehşetli, zulümlü zulmetleri dağıttığı gibi, "Hüccetler Kısmı" da, Nur'lara karşı cephe alan felsefe karanlıklarını izâle edip Ankara ehl-i vukufunu teslime ve takdire mecbur etmesi; ve istikbaldeki zulmetleri izâle edeceğine çok emâreler bulunması; ve Asâ-yı Mûsa (A.S) bir taşta on iki çeşme akıtmasına ve onbir mu'cizeye medar olmasına mukabil ve müşâbih, bu son mecmua dahi - "Meyve" Onbir Mes'ele-i Nurâniyesi ve "Hüccetullahi'l-Bâliğa" kısmı onbir hüccet-i katıası bulunması cihetinde- bize kanaat verdi ki: İmam-ı Ali (Radyallahü anh), o fıkra ile doğrudan doğruya bu Asâ-yı Mûsa (A.S.) ismindeki mecmuaya bakar ve ondan tahsinkârane haber veriyor.
S A İ D N U R S İ
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Bu acip asırda ehl-i îman, Risale-i Nur'a; ve ehl-i fen ve mektep muallimleri "Asâ-yı Mûsa" ya şiddetle muhtaç oldukları gibi; hâfızlar ve hocalar dahi "Zülfikar"a şiddetle muhtaçtırlar.
Evet, meselâ i'câz-ı Kur'âniye bahsindeki ekser âyetlerin medar-ı şüphe ve itiraz olmuş aynı yerlerde, i'cazın lem'aları ve Kur'an'ın güzel nükteleri isbat edilmiş.
Umum Risale-i Nur Şâkirdleri nâmına
SAİD NURSÎ
(Sh:Asa-6)
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَ اِنْ مِنْ شَئٍْ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, Sıddık Kardeşlerim,
Mâdem Risale-i Nur makine ile taammüm etmeğe başlamış; ve mâdem felsefe ve hikmet-i cedideyi okuyan mektepliler ve muallimler çoklukla Risale-i Nur'a yapışıyorlar. Elbette bir hakikat beyan etmek lâzım geliyor.
Şöyle ki:
Risale-i Nur'un şiddetle tokat vurduğu ve hücum ettiği felsefe ise, mutlak değildir; belki muzır kısmınadır. Çünki, felsefenin hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye ve ahlâk ve kemâlat-ı insaniyeye ve san'atın terakkiyatına hizmet eden felsefe ve hikmet kısmı ise, Kur'an ile barışıktır. Belki Ku'an'ın hikmetine hâdimdir, muaraza edemez. Bu kısma Risale-i Nur ilişmiyor.
İkinci kısım felsefe ise: Dalâlete ve ilhada ve tabiat bataklığına düşürmeğe vesile olduğu gibi sefahet ve lehviyyat ile gaflet ve dalâleti netice verdiğinden ve sihir gibi hârikalarıyla Kur'an'ın mu'cizekâr hakikatlarıyla muaraza ettiği için, Risale-i Nur ekser eczalarında mizanlarla ve kuvvetli ve bürhanlı muvazenelerle felsefenin yoldan çıkmış bu kısmına ilişiyor, tokatlıyor. Müstakim, menfaatdar felsefeye ilişmiyor. Onun için, mektebliler Risale-i Nur'a itirazsız, çekinmeyerek giriyorlar ve girmelidirler.
Fakat gizli münafıklar, nasılki bir kısım hocaları bütün bütün mânasız ve haksız bir tarzda ehl-i medresenin ve hocaların hakikî malı olan Risale-i Nur aleyhinde istimâl ettikleri gibi, bazı felsefecilerin enaniyet-i ilmiyelerini tahrik edip Nur'lar aleyhinde istimâl etmek ihtimaline binaen bu hakikat "Asâ-yı Mûsa" ve "Zülfikar" Mecmuaları başında yazılsa münasip olur.
S A İ D N U R S Î
(Sh:Asâ.7)
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
İmam-ı Ali (Radyallahü anh) "Celcelûtiye" sinde, pek kuvvetli ve sarâhata yakın bir tarzda Risale-i Nur'dan ve ehemmiyetli risalelerinden aynı numara ile haber verdiğini, "Yirmisekizinci Lem'a" ile "Sekizinci Şua" tam isbat etmişler ve İmam-ı Ali (Radiyallahü anh) Risale-i Nur'un en son risalesini, "Celcelûtiye" de, وَِبِاِسْمِهِ عَصَا مُوسَى بِهِ الظُّلْمَةُ انْجَلَتْ fıkrasıyla haber veriyor. Biz bir-iki sene evvel, "Âyetü'l Kübrâ"yı en son zannetmiştik. Halbuki şimdi, altmışdörtde (Miladî 1944) te'lifce Risale-i Nur'un tamam olması; ve bu cümle-i Aleviyyenin meâlini, yâni karanlığı dağıtacak, Asâ-yı Mûsa (A.S) gibi ışık verecek, sihirleri ibtal edecek bir risaleden haber vermesi; ve bu mecmuanın "Meyve" kısmı bir müdafaa hükmüne geçip başımıza çöken dehşetli, zulümlü zulmetleri dağıttığı gibi, "Hüccetler Kısmı" da, Nur'lara karşı cephe alan felsefe karanlıklarını izâle edip Ankara ehl-i vukufunu teslime ve takdire mecbur etmesi; ve istikbaldeki zulmetleri izâle edeceğine çok emâreler bulunması; ve Asâ-yı Mûsa (A.S) bir taşta on iki çeşme akıtmasına ve onbir mu'cizeye medar olmasına mukabil ve müşâbih, bu son mecmua dahi - "Meyve" Onbir Mes'ele-i Nurâniyesi ve "Hüccetullahi'l-Bâliğa" kısmı onbir hüccet-i katıası bulunması cihetinde- bize kanaat verdi ki: İmam-ı Ali (Radyallahü anh), o fıkra ile doğrudan doğruya bu Asâ-yı Mûsa (A.S.) ismindeki mecmuaya bakar ve ondan tahsinkârane haber veriyor.
S A İ D N U R S İ
|
mahonick ÜyePuan: 1768.5 | Gönderilme Tarihi: 05 Haziran 2009 10:32:58 | # 1 ASA-YI MUSA (İKİNCİ MES'ELENİN HÜLÂSASI) Risale-i Nur'dan Gençlik Rehberi'nin güzelce izah ettiği gibi: Ölüm o kadar kat'î ve zâhirdir ki: Bugünün gecesi ve bu güzün kışı gelmesi gibi ölüm başımıza gelecek. Bu hapishane nasılki mütemadiyen çıkanlar ve girenler için muvakkat bir misafirhanedir. Öyle de: Bu zemin yüzü dahi, acele hareket eden kafilelerin yollarında bir gecelik konmak ve göçmek için bir handır. Her bir şehri yüz def'a mezaristana boşaltan ölüm, elbette hayattan, ziyâde bir istediği var. İşte bu dehşetli hakikatın muammasını Risale-i Nur hall ve keşfetmiş. Bir kısacık hülâsası şudur ki :
Mâdem ölüm öldürülmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor; elbette bu ecel cellâdının elinden ve kabir haps-i münferidinden kurtulmak çaresi varsa, insanın en büyük ve her şey'in fevkınde bir endişesi, bir mes'elesidir. Evet, çaresi var ve Risale-i Nur, Kur'an'ın sırriyle o çareyi iki kere iki dört eder derecesinde kat'î isbat etmiş. Kısacık hülâsası şudur ki:
Ölüm, ya idâm-ı ebedîdir; hem o insanı, hem bütün ahbabını ve akaribini asacak bir darağacıdır. Veyahut başka bir bâki âleme gitmek ve îman vesikasıyla saadet sarayına girmek için bir terhis tezkeresidir.
Ve kabir ise, ya karanlıklı bir haps-i münferid ve dipsiz bir kuyudur; veyahut bu zindan-ı dünyadan bâki ve nuranî bir ziyafetgâh ve bâgistana açılan bir kapıdır. Bu hakikati, "Gençlik Rehberi" bir temsil ile isbat etmiş. Meselâ:
Bu hapsin bahçesinde asmak için darağaçları konulmuş ve onların dayandıkları duvarın arkasında gayet büyük ve umum dünya iştirâk etmiş bir piyango dâiresi kurulmuş. Biz bu hapisteki beşyüz kişi, herhalde hiç müstesnâsı yok ve kurtulmak mümkün değil, bizi birer birer o meydana çağıracaklar; ya "Gel idam ilânını al, darağacına çık", veya "Daimî haps-i münferid puslasını tut, bu açık kapıya gir." Veyahut "Sana müjde! milyonlar altun bileti sana çıkmış, gel al," diye her tarafta ilânatlar yapılıyor. Biz de gözümüzle görüyoruz ki, birbiri arkasında o darağaçlarına çıkıyorlar. Bir kısmın asıldıklarını müşahede ediyoruz. Bir kısmı da , darağaçlarını basamak yapıp o duvarın arkasındaki piyango dâiresine girdiklerini; orada büyük ve ciddî memurların kat'i haberleri ile görür gibi bildiğimiz bir sırada, bu hapishanemize iki hey'et girdi. Bir kafile, ellerinde çalgılar, şaraplar, zâhirde gayet tatlı helvalar, baklavalar var. Bizlere yedirmeğe çalıştılar. Fakat o tatlılar zehirlidir. İnsî şeytanlar, içine zehir atmışlar. İkinci cemaat ve hey'et, ellerinde terbiyenâmeler ve helâl ye-
(Sh:Asâ.14)
mekler ve mübarek şerbetler var. Bize hediye veriyorlar ve bil'ittifak beraber, pek ciddî ve kat'î diyorlar ki:
"Eğer o evvelki hey'etin sizi tecrübe için verilen hediyelerini alsanız, yeseniz; bu gözümüz önündeki şu darağaçlarda başka gördükleriniz gibi asılacaksınız. Eğer bizim bu memleket Hâkiminin fermaniyle getirdiğimiz hediyeleri evvelkinin yerine kabul edip ve terbiye nâmelerdeki duaları ve evradları okusanız, o asılmaktan kurtulacaksınız. O piyango dairesinde ihsan-ı şâhâne olarak herbiriniz milyon altun biletini alacağınızı, görür gibi ve gündüz gibi inanınız. Eğer o haram ve şüpheli ve zehirli tatlıları yeseniz, asılmağa gittiğiniz zamana kadar dahi o zehrin sancısını çekeceğinizi, bu fermanlar ve bizler müttefikan size kat'î haber veriyoruz" diyorlar.
İşte bu temsil gibi, her vakit gördüğümüz ecel darağacının arkasında mukadderat-ı nev'i beşer piyangosundan ehl-i îman ve tâat için -hüsn-ü hâtime şartıyle- ebedî ve tükenmez bir hazinenin bileti çıkacağını; yüzde yüz ihtimal ile sefahet ve haram ve îtikadsızlık ve fıskda devam edenler -tevbe etmemek şartıyle- ya idam-ı ebedî (Âhirete inanmayanlara) veya dâimi ve karanlık haps-i münferid (beka-i ruha inanan ve sefahetde gidenlere) ve şekavet-i ebediye ilâmını alacaklarını yüzde doksandokuz ihtimal ile kat'î haber veren, başta ellerinde nişâne-i tasdik olan hadsiz mu'cizeler bulunan yüzyirmidört bin peygamberler (aleyhimüsselâm) ve onların verdikleri haberlerin izlerini ve sinemada gibi gölgelerini, keşf ile, zevk ile görüp tasdik ederek imza basan yüzyirmidört milyondan ziyade evliyalar (kaddesallahü esrârehüm) ve o iki kısım meşâhir-i insaniyenin haberlerini, aklen kat'î bürhanlarla ve kuvvetli hüccetlerle -fikren ve mantıken- yakînî bir surette ispat ederek tasdik edip imza basan milyarlar gelen geçen muhakkikler (*), müctehidler ve sıddıkînler; bil'icma mütevâtiren nev'-i insanın güneşleri, kamerleri, yıldızları olan bu üç cemaat-ı azîme ve bu üç taife-i ehl-i hakikat ve beşerin kudsî kumandanları olan bu üç büyük ve âli hey'etlerin fermanları ile verdikleri haberleri dinlemeyen ve saadet-i ebediyeye giden, onların gösterdikleri yol olan sırat-ı müstakimde gitmeyenler, yüzde doksandokuz dehşetli tehlike ihtimâlini nazara almayan ve bir tek muhbirin bir yolda tehlike var demesiyle o yolu bırakan, başka uzun yolda hareket eden bir adam, elbette ve elbette vaziyeti şudur ki:
İki yolun -hadsiz muhbirlerin kat'î ihbarları ile -en kısa ve kolayı ve yüzde yüz Cennet ve saadet-i ebediyeyi kazandıranı bırakıp en dağdağalı ve uzun ve sıkıntılı ve yüzde doksandokuz Cehennem hapsini ve şekavet-i dâimeyi netice veren yolunu ihtiyar ettiği halde, dünyada iki yolun, bir tek muhbirin yalan olabilir haberiyle, yüzde bir tek ihtimal tehlike ve bir
___________________
(*) O muhakkiklerden tek birisi Risale-i Nur'dur. Yirmi senedir en muannid feylesofları ve mütemerrid zındıkları susturan eczaları meydandadır. Herkes okuyabilir ve kimse itiraz etmez.
(Sh:Asâ.15)
ay hapis imkânı bulunan kısa yolu bırakıp, menfaatsiz, yalnız zararsız olduğu için uzun yolu ihtiyar eden bedbaht, sarhoş divâneler gibi, dehşetli ve uzakta görünen ve ona musallat olan ejderhalara ehemmiyet vermez; sineklerle uğraşıyor. Yalnız onlara ehemmiyet verir derecede aklını, kalbini, ruhunu, insaniyetini kaybetmiş oluyor.
Mâdem hakikat-ı hal budur.. biz mahpuslar, bu hapis musibetinden intikamımızı tam almak için, o mübarek ikinci hey'etin hediyelerini kabul etmeliyiz. Yâni, nasılki bir dakika intikam lezzeti ve birkaç dakika veya bir iki saat sefahet lezzetleriyle bu musibet, bizi onbeş ve beş ve on ve iki-üç sene bu hapse soktu; dünyamızı bize zindan eyledi. Biz dahi bu musibetin rağmına ve inadına, bir iki saat müddet-i hapsi, bir-iki gün ibâdete ve iki-üç sene cezamızı -mübarek kafilenin hediyeleriyle- yirmi-otuz sene bâki bir ömre; ve on ve yirmi sene hapiste cezamızı, milyonlar sene Cehennem hapsinden affımıza vesile edip, fâni dünyamızın ağlamasına mukabil bâki hayatımızı güldürerek bu musibetten tam intikamımızı almalıyız. Hapishâneyi, terbiyehâne gösterip; vatanımıza ve milletimize birer terbiyeli, emniyetli, menfaatli adam olmağa çalışmalıyız. Ve hapishâne memurları ve müdürleri ve müdebbirleri dahi, câni ve eşkıya ve serseri ve katil ve sefâhetçi ve vatana muzır zannettikleri adamları, bir mübarek dershânede çalışan talebeler görsünler. Ve müftehirâne Allah'a şükretsinler.
|
Sayfalar:
[1] |
|