|
mahonick ÜyePuan: 1768.5 | Gönderilme Tarihi: 23 Nisan 2009 19:51:36
Birinci mes'ele: Birinci Şuâ'da bir-iki âyetin işaretinde, Risale-i Nurun sâdık talebeleri iman ile kabre gireceklerini ve ehl-i Cennet olacaklarını, kudsi bir müjde ve kuvvetli bir beşaret bulunduğu gösterilmiştir. Fakat bu pek büyük mes'eleye ve çok kıymetdar işârâta tam kuvvet verecek bir delil ister, diye beklerdim. Çoktanberi muntazırdım. Lillâhilhamd, iki emare birden kalbime geldi.
Birinci Emare: İman-ı tahkikî ilmelyakînden hakkalyakîne yakınlaştıkça daha selbedilmiyeceğine ehl-i keşf ve tahkik hükmetmişler. Demişler ki: "Sekerat vaktinde şeytan, vesvesesiyle ancak akla şüpheler verip tereddüde düşürebilir. Bu nevi îman-ı tahkîkî ise, yalnız akılda durmuyor, belki hem kalbe, hem ruha, hem sırra, hem öyle letâife sirayet ediyor, kökleşiyor ki; şeytanın eli o yerlere yetişemiyor, öylelerin îmanı zevalden mahfuz kalıyor.
Bu îman-ı tahkikînin vusûlüne vesile olan bir yolu, velâyet-i kâmile ile, keşf ve şuhud ile hakikata yetişmektir. Bu yol, ehass-ı havassa mahsusdur, îman-ı şuhudîdir.
İkinci yol, îman-ı bilgayb cihetinde sırr-ı vahyin feyziyle bürhanî ve Kur'ânî bir tarzda akıl ve kalbin imtizaciyle hakkalyakîn derecesinde bir kuvvet ile zaruret ve bedahet derecesine gelen bir ilmelyakîn ile hakaik-ı îmâniyeyi tasdik etmektir. Bu ikinci yol, Risale-i Nurun esası, mâyesi, temeli, ruhu, hakikatı olduğunu has talebeleri görüyorlar. Başkaları dahi insafla baksalar, Risale-i Nurun hakaik-ı îmaniyeye muhalif olan yolları gayr-ı mümkin ve muhal ve mümteni' derecesinde gösterdiğini görecekler.
İkinci Emare: Risale-i Nurun sâdık şâkirdlerinin hüsn-ü âkıbetlerine ve îman-ı kâmil kazanmalarına o derece kesretli ve makbul ve samimî dualar oluyor ki, o duaların içinde hiçbiri kabûl olmamasına akıl imkân veremiyor. Ezcümle, Risale-i Nurun bir hâdimi ve bir tek şâkirdi yirmi dört saatte lâakal Risale-i Nur talebelerinin hüsn-ü âkıbetlerine ve saadet-i ebediyeye mazhar olmalarına, yüz def'a Risale-i Nur talebelerine ettiği duaları içinde hiç olmazsa yirmi-otuz def'a selâmet-i îmanlarına ve hususî hüsn-ü âkıbetlerine ve îman ile kabre girmelerine aynı duayı en ziyade kabûle medar olan şerait içinde ediyor.
Hem Risale-i Nur talebeleri, bu zamanda her cihetten ziyade hücuma mâruz îman hususunda birbirine selâmet-i îman hakkındaki samimî, mâsum lisanlariyle dualarının yekûnu öyle bir kuvvettedir ki, rahmet ve hikmet, onun reddine müsaade etmez. Faraza mecmuu itibariyle reddedilse de, tek bir tane onların içinde kabul olunsa yine herbiri selâmet-i îman ile kabre gireceğine kâfi geliyor. Çünkü herbir dua umuma bakar.
Said Nursî
|
mahonick ÜyePuan: 1768.5 | Gönderilme Tarihi: 23 Nisan 2009 19:53:15 | # 1 Risale-i Nur'un kerametinin bu havalide zuhur eden çok tereşşuhatından bir-iki hâdise beyan ediyorum.
Birincisi: Hatib Mehmed (Rahmetullahi Aleyh) namında ciddî bir ihtiyar talebe, İhtiyarlar Risalesi'ni yazıyordu. Tâ Onbirinci Rica'nın âhirlerinde ve merhum Abdurrahman'ın vefatının tam mukabilinde, kalemi "Lâ ilahe illâ hû" yazıp ve lisanı dahi "Lâ ilahe illallah" diyerek hüsn-ü hâtimenin hâtemiyle sahife-i hayatını mühürleyip, Risalet-in Nur talebelerinin imanla kabre gireceklerine dair olan işarî beşaret-i Kur'aniyeyi vefatıyla imza etmiş. (Rahmetullahi Aleyhi Rahmeten Vâsia.)
İkincisi: Sizin te'lifiniz olan Fihristenin tashihinde bir müstensihin noksan bıraktığı bir sahifeyi Tahsine dedim: "Yaz" O da yazmağa başladı. Simsiyah mürekkepten ve temiz kalemle birden, yazdığınız ikinci cilt fihristesinin makbûliyetine hüccet olarak o siyah mürekkeb, güzel bir kırmızı suretini aldı. Tâ yarım sahife kadar biz bu garip hâdiseye taaccüb ederek bakarken, o mürekkeb simsiyaha döndü. Sahifenin öteki yarısı, aynı kalem aynı hokka tam siyah yazıldı. Bir zaman Barla'da bağlardaki köşkde Şamlı Hâfız ve Mes'ud, Süleymanın müşahedesiyle aynı hâdiseyi başka şekilde gördük. Şöyle ki:
Ben sevmediğim için siyah bir mürekkebi kısmen döktüm. Birden mütebakisi, çok beğendiğim güzel bir kırmızıya tahavvül etti, Risale-i Nur kâtiblerini şevklendirdi, gözümüze silsile-i kerametin bir ucunu ve tereşşuhunu gösterdi.
Said Nursî
|
mahonick ÜyePuan: 1768.5 | Gönderilme Tarihi: 23 Nisan 2009 19:55:02 | # 2 Bugünlerde mânevî bir muhaverede bir sual ve cevabı dinledim. Size bir kısa hulâsasını beyan edeyim.
Biri dedi: Risale-i Nur'un îman ve tevhid için büyük tahşidatları ve küllî techizatları gittikçe çoğalıyor ve en muannid bir dinsizi susturmak için yüzde birisi kâfi iken, neden bu derece hararetle daha yeni tahşidat yapıyor?
Ona cevaben dediler: Risale-i Nur yalnız bir cüz'i tahribatı ve bir küçük hâneyi tâmir etmiyor; belki küllî bir tahribatı ve İslâmiyeti içine alan ve dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kal'ayı tâmir ediyor. Ve yalnız hususî bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor; belki bin senedenberi tedârük ve terâküm edilen müfsid âletlerle dehşetli rahnelenen kalb-i umumîyi ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun 've bâhusus avam-ı mü'minînin istinadgâhları olan İslâmî esasların ve cereyanların ve şeairlerin kırılmasiyle bozulmağa yüz tutan vicdan-ı umumîyi, Kur'anın i'caziyle ve geniş yaralarını, Kur'an'ın ve îmanın ilâçlariyle tedavi etmeğe çalışıyor.
Elbette böyle küllî ve dehşetli tahribata ve rahnelere ve yaralara hakkalyakîn derecesinde ve dağlar kuvvetinde hüccetler, cihazlar ve bin tiryak hâsiyetinde mücerreb ilâçlar ve hadsiz edviyeler bulunmak gerektir ki; bu zamanda Kur'an-ı Mu'ciz-ül-Beyanın i'caz-ı mânevîsinden çıkan Risale-i Nur, o vazifeyi görmekle beraber, îmanın hadsiz mertebelerinde terakkiyat ve inkişafata medardır diye uzun bir mükâleme cereyan etti. Ben de tamamen işittim, hadsiz şükrettim.
Bu Hâdise Münasebetiyle, Yine Bu Günlerde Hatırıma Gelen Bir Vâkıayı Beyan Ediyorum:
Ben namaz tesbihatının âhirinde otuzüç def'a kelime-i tevhid zikrederken birden kalbime geldi ki: Hadîs-i Şerifte "Bâzan bir saat tefekkür, bir sene ibadet hükmüne geçer." Risalet-ün-Nurda o saat var, çalış o saati bul, ihtar edildi. Âdeta ihtiyarsız bir surette Kur'anın Ayet-ül-Kübrâsının iki tefsiri olan iki Âyet-ül-Kübrâ risalelerinden mülâhhas tefekkürî bir tekellüm tam bir saat devam etti. Baktım, size gönderdiğim "Âyet-ül-Kübra Risalesi"nin birinci makamının hulâsasından müntehab güzel bir sırrını hulâsa ile Yirmidokuzuncu Lem'a-i Arabiyeden müstahreç nurlu, tatlı fıkralardan terekküb ediyor. Ben kemal-i lezzetle her gün tefekkür ile okumağa başladım. Bir kaç gün sonra hâtırıma geldi ki: Mâdem Risale-i Nur bu zamanın bir mürşididir; talebelerine bir vird-i ekber olabilir diye kaleme aldım; ve bütün risalelerin hususî menba'ları, mâdenleri olan binden ziyade âyat-ı Kur'aniyeyi kendi Kur'anımda evvelce işaretler koyup bir Hizb-i Âzam-ı Kur'ânî yapmak niyet ettim; şimdi bu "Hizb-i A'zam" ve bu "Vird-i Ekber" Risale-i Nur mensublarına, bâzı eyyam-ı mübarekede okunması için, bir zaman size de göndermek hakkınız var. İnşâallah bir zaman sonra size gönderilecek, bâzı kelimelerini tercüme ve bir kısım kayıdlarını tefhim için vakit bulsam gayet kısa hâşiye gibi bir şey yazacağım.
Umum kardeşlerime ve hizmet-i Kur'aniyede bütün arkadaşlarıma hasret ve iştiyakla binler selâm...
Said Nursî
|
mahonick ÜyePuan: 1768.5 | Gönderilme Tarihi: 23 Nisan 2009 20:38:58 | # 3 EMİN VE TAHSİN VE HİLMİ'NİN BİR FIKRASIDIR. YİRMİYEDİNCİ MEKTUB'UN FIKRALARI İÇİNE GİRMEĞE MÜNASİB GÖRÜLDÜ.
Bugünlerde ziyade bir hassasiyetle risalelere bakıldığından, inayetin himayeti dahi bir nevî hassasiyetle ikramını gösterdi. Gayet cüz'i bir nümunesi şudur ki: Risale-i Nur şâkirdlerine maişet cihetinde bir ikram-ı İlâhî ve küçük fakat şâyân-ı hayret ve gayet lâtif bir tevafuk, bir vâkıadır. Risalet-ün-Nur hizmetinin şüphesiz bir kerametidir. Evet, Risale-i Nurun bir silsile-i kerametinin menbaı olan tevafuk, bu vâkıada o cinsten altı adet tevafukatın ittifakı ise, tesadüf ihtimalini köküyle keser diye hükmettik. Şöyle ki :
Birkaç gündenberi üstadımızın ziyaretine gitmediğimizden kardeşim Emin ile beraber üstadımızın ziyaretine gittik. İkindi vakti beraber namaz kıldıktan sonra bize emretti ki: "Size yemek yedireceğim, burada ta'yınınız var." Mükerreren: "Yemezseniz bana dokuz zarar olur, dedi. Çünki, yiyeceğinize karşı Cenâb-ı Hak gönderecek." Yemek yemekten affımızı rica etmiş isek de emretti: "Rızkınızı yiyin, bana gelir." Emrini kırmamak için lütuf buyurduğu tereyağı ve kabak tatlısını ekmekle yemeğe başladık. Daha sofrada iken ümid edilmiyen bir vakitte ve bir tarzda ve aynı miktarda bir adam geldi, elinde yediğimiz kadar taze ekmek aynı yediğimiz miktarda -fındık kadar- tereyağı ve diğer elinde bize verilenin tam bir misli kabak tatlısı olarak kapıyı açtı. Artık taaccüb edilecek hiçbir cihette tesadüfe mahal kalmayarak Risalet-ün-Nur şâkirdlerinin rızkındaki bereket-i Rabbaniyeyi gözümüzle gördük. Üstadımız emretti: "İhsan on misli olacak. Halbuki bu ikram tamı tamına mislidir. Demek ta'yın ciheti galebe etti. Ta'yın te'mini ise mizan ile olur." Sonra aynı akşamda sadaka ciheti dahi hükmünü gösterdi. Biz gördük ki: Ekmek on misli, tereyağı tatlısı o da on misli ve kabak tatlısı çok sevmediği için kabak, patlıcan turşusu on misli me'mul hilâfında Risalet-ün-Nurdan İkinci Şuâ'ın bir hafta mütalâasına mukabil bir manevî ücret olarak geldi. Gözümüzle gördük. Demek kabak tatlısının tatlılığı, tereyağın un helvasına girdi, kendisi turşuda kaldı.
Risale-i Nur şâkirdlerinin, hüsn-ü hizmetine acele bir mükâfat gördükleri gibi, hizmette kusur edenler dahi tokat yediklerini, Isparta'da olduğu gibi burada dahi gözümüzle gördük. Pek çok vukuatından beş-altısını beyan ediyoruz.
Birincisi: Ben, yâni Tahsin, bir gün yeni açtığımız dükkân meşgalesiyle bana emrolunan vazife-i Nuriyeyi tenbellik edip yapamadım. Aynı vakitte şefkatli bir tokat yedim. Dükkânda otururken birisi bana geldi, tebdil edilmek için emanet olmak üzere yüz lira verdi. Bu paranın sahibine Allah için bir hizmet yapmak üzere tebdil için maliye sandığına gittim. Bu parayı sayarken aralarında bir kalp lira bulundu. Bu yüzden ifadeye, sual ve cevap ve muahazeye mâruz kaldığım gibi, evimizi de taharri etmek icab etti. Beni mahkemeye verdiler. Fakat terbiye ve şefkat tokadı olmak cihetiyle yine Risalet-ün-Nur kerâmetini gösterdi, zararsız kurtulduk.
İkincisi: Üstadımıza ve Risalet-ün-Nura dört-beş sene hizmet eden ve okutturan ve cidden tarafdar bulunan bir zat, elinde dine ait bir gazete ile geldi. Risale-i Nurun mesleğine muhalif bir cereyanın sahiplerine tarafdarane bir tavır gösterdiği zaman, Üstadımın canı çok sıkıldı. Bir-iki gün sonra şiddetli, fakat şefkatli bir tokat yedi. Bir doktor ona dedi ki: "Eğer ameliyat yaptırmazsan yüzde yüz ölüm var." O da bilmecburiye ameliyat yaptırdı. Fakat şefkat ciheti imdada yetişerek çabuk kurtuldu.
Üçüncüsü: Bir me'mur, Risalet-ün-Nuru kemal-i iştiyakla okurdu. Hem Üstad ile görüşmeğe ve tam ders almağa çalışıyordu. Birden bir komiser tarafından ona evham verildi. O da görüşmeyi ve okumayı bırakıp başka şehre giderken birden sebepsiz bir tarzda bir ayağı kırıldı, bir ay çekti. Yine şefkat yar oldu ki, şimdi tekrar okumağa şevk ile başladı.
Dördüncüsü: Ehemmiyetli bir zat, Risalet-ün-Nuru kemal-i takdir ile okur yazardı. Birden sebatsızlık gösterdi. Şefkatsiz bir tokat yedi. Gayet meftun olduğu refikası vefatla ve iki oğlu da başka yere gitmesiyle acınacak bir hale girdi.
Beşincisi: Dört senedir Üstadın çarşı içinde hizmetine bakan bir zat, birden sadakatını bırakıp mesleğini değiştirdi. Birden şefkatsiz bir tokat yedi, bir senedir daha çekiyor.
Altıncısı : Bir hocaya ait bir hâdisedir. Belki helâl etmez, biz de onu görmüyoruz. Tokadı şimdilik kaldı.
Bu vukuat nev'inden hem çok var, hem Risale-i Nura karşı kusura binaen tokat olduğundan, kat'iyyen şüphemiz kalmadı.
Risale-i Nur Şâkirdlerinden
Emin, Tahsin, Hilmi
Evet tasdik ediyorum
Said Nursî
|
mahonick ÜyePuan: 1768.5 | Gönderilme Tarihi: 23 Nisan 2009 20:45:04 | # 4 Hem Risale-in-Nurun suhuletle intişarının bir kerametini, bu mektubu yazdığımız zamanda ve yemekteki kerâmet dakikasında gözümüzle gördük. Şöyle ki:
Ehemmiyetli yedi-sekiz risale ve İşârât-ı Kur'aniye Şuaını, mühim bir mektupla beraber, bir torbada ehemmiyetli bir kardeşimize bir şehre göndermiştik. Şoför o paketi düşürmüştü. Böyle bir zamanda böyle eserleri münafıklar, casuslar haber almadan, emin bir el ile beş gün sonra elimize geçti. Kanaatımız geldi ki, bir inayet bizi himaye ediyor.
Hem Risale-in-Nurun hakkında inayet-i Rabbaniyenin lâtif bir himayeti şudur ki: Karanlık bir vaziyette, korkutan bir zamanda casusların ve taharri me'murlarının tecessüsleri Üstadımızın menzilini sarması dakikasında bir fare, üstadımızın bir çorabını aldı. Ne kadar aradık, hiçbir yerde bulamadık. O farenin yuvasını gördük, kabil değil çorap oraya giremez. İki gün sonra gördük ki, o hayvan, o çorabı getirmiş, öyle yere ki: Saklanmış, muhteviyatı unutulmuş olan mahrem mektupların ve evrakların tam yanında bırakılmış. Halbuki iki defa oraya bakmıştık, görememiştik. Hem o çorabı o yere getirmek, soba borusuna çıkıp yukarıdan olur; gayet kurnaz ve zeki adam ancak o işi yapar. Hiçbir cihette tesadüf ihtimali kalmadığından, üstadımız dedi: "Bu mektupları oradan kaldıracağız." Biz onlara baktık, gerçi siyasetle alâkaları yoktur, fakat vehham casuslara, aleyhimize habbeyi kubbe yapmağa ehemmiyetli bir vesile olurdu. Biz hem onları, hem daha bahaneye medar olabilen başka şeyleri kaldırdık. O heyecanımızdan casuslar haber alıp anladılar ki, hazırlandık. Daha hücum etmeden yalnız ikinci gün Emin, elinde bir torba ile menzile girdi. Tam arkasında karakol komiseri, gizli hissettirmeden girdi. Eminin elinde kitablar yerinde yoğurdu gördü, tavrını değiştirdi.
Elhâsıl: Risalet-ün-Nurun intişarına karşı gelen düşman ve casuslara mukabil birtek fare çıktı, plânlarını zîr ü zeber etti.
Tevfik Evet
Ahmed Evet
Tahsin Evet
Hilmi Evet
Feyzi Evet
Said Nursî Evet
|
mahonick ÜyePuan: 1768.5 | Gönderilme Tarihi: 23 Nisan 2009 20:48:02 | # 5 MEHMED FEYZİ'NİN YEDİĞİ ŞEFKAT TOKADIDIR.
Evet, üstadım bana "Mu'cizat-ı Ahmediyeyi kardeşim Husrev tarzında yaz" diyordu. Ben yâni Feyzi, bir parça tenbellik ettim. Birden yirmisekizlilerle askere istenildim. Yine üstadım dedi: "Git, Mu'cizat-ı Ahmediyeyi (A.S.M.) yaz. Seni şimdi vermiyeceğim." Sonra başladım. O emir bir hafta geri kaldı. Tekrar bir ârıza ile nasılsa Mu'cizat-ı Ahmediyenin (A.S.M.) yazılması noksanlaştı. Tekrar askere çağrıldım. Üstadım: "Git, yaz" dedi. Ben gidip kemal-i ciddiyet ve sadakatle Mu'cizat-ı Ahmediyeyi (A.S.M.) yazmağa başladım. Fevkal-me'mul ikinci def'a emir geri kaldı. Tekrar bir ma'zerete binaen Mu'cizat-ı Ahmediyeyi (A.S.M.) yazamadım. Üstadım dedi : "Mâdem Mu'cizat-ı Ahmediyeyi (A.S.M.) yazmakta tekâsül ettin, şimdi senin vazifen, Risalet-ün-Nur hesabına askerliktedir." Birden emir gelip, bir şefkat tokadı yiyip vazifeme gönderildim. Cenâb-ı Hakka şükürler olsun, mümkin olduğu kadar Risalet-ün-Nura çalıştım ve çalıştırıldım. Üstadım bize söylediği gibi, altı-yedi ay sonra terhis edilip sevgili Üstadıma, Risalet-ün-Nurun kudsî vazifesine kavuştum. İnşâallah bu kabahatim afvolmuştur. Hem Risalet-ün-Nurda, hem hizmet-i Kur'aniyyede
Evet o mütecavizlerden birisi dehalet etti, ölümden kurtuldu. Diğeri bir sene azab çekti, hem öldü. bizleri sebkat eden Husrev, Rüşdü, Hâfız Ali, Hulûsi, Sabri gibi hâlis Kur'an şâkirdlerini ve kıymetdar kardeşlerimi şefaatçi ederek o kusurumun afvını bütün ruhumla Kur'andan ve üstadımdan rica ediyorum. Ben itiraf ediyorum ki, tenbelliğimin cezası olarak fevkal-me'mul bir şefkat tokadı yedim.
Risale-i Nur'un tenbel bir şâkirdi, fakat elmas kalemli kardeşlerinin gayret ve faaliyetiyle iftihar eden
Mehmed Feyzi(R.H)
|
mahonick ÜyePuan: 1768.5 | Gönderilme Tarihi: 23 Nisan 2009 20:49:33 | # 6 RİSALE-İ NUR ŞÂKİRDLERİNDEN MEHMED FEYZİ VE EMSALİNE HİTABEN BEYAN EDİLEN BİR HAKİKATTIR.
Kardeşim Feyzi, mâdem sen Isparta Vilâyetindeki kahramanlara benzemek istiyorsun, tam onlar gibi olmalısın. Eskişehir Hapishanesinde Allah rahmet etsin, mühim bir şeyh-i mürşid ve câzibedar bir Nakşî evliyasından bir zat, dört ay mütemadiyen Risalet-ün-Nurun elli-altmış şâkirdleri içinde ve celbkârâne onların içlerinde sohbet ettiği halde, yalnız birtek şâkirdi muvakkaten kendine çekebildi. Mütebâkisi, o câzibedar şeyhe karşı müstağni kaldılar. Risalet-ün-Nurun yüksek kıymetdar hizmet-i îmaniyesi, onlara kâfi olarak kanaat veriyordu. O şâkirdlerin gayet keskin kalb basîreti, şöyle bir hakikatı anlamış ki:
Risalet-ün-Nur'a hizmet eden, îmanını kurtarıyor. Tarîkat ve şeyhlik ise, velâyet mertebeleri kazandırıyor. Bir adamın îmanını kurtarmak, on mü'mini velâyet derecesine çıkarmaktan daha mühim ve daha sevaplıdır. Çünki îman, saadet-i ebediyeyi kazandırdığı için, bir mü'mine küre-i arz kadar bir saltanat-ı bâkıyeyi te'min eder. Velâyet ise, mü'minin Cennetini genişlettirir, parlattırır. Bir adamı sultan yapmak, on neferi paşa yapmaktan ne kadar yüksek ise; bir adamın îmanını kurtarmak, on adamı velî yapmaktan daha sevaptır.
İşte bu dakik sırrı senin Ispartalı kardeşlerin bir kısmının akılları görmese de umumunun keskin kalbleri görmüş ki; benim gibi bîçâre, günahkâr bir adamın arkadaşlığını, evliyalara, -belki eğer olsaydı müçtehidlere- dahi tercih ettiler.
Bu hakikata binaen, bu şehre bir kutub, bir Gavs-ı A'zam gelse, dese: "Seni on günde velâyet derecesine çıkaracağım." Sen, Risale-i Nur'u bırakıp onun yanına gitsen, Isparta kahramanlarına arkadaş olamazsın. Lillâhilhamd, bu zamanda Sünnet-i Seniyye dairesinde kemâl-i îmanı kazanan Risale-i Nur şâkirdleri, evliyaların, mürşidlerin nazar-ı dikkatini celbedecek vaziyeti aldığından, her zamanda bulunan hakikî mürşidler, her halde bu zamanda Risalet-ün-Nur şâkirdlerine müşteri olurlar. Birisini elde etseler, yirmi mürid kadar kıymet verirler. Hem zevkli ve cazibedar velâyet tereşşuhatı karşısında Risalet-ün-Nurun hizmetindeki meşakkat, mücahede, külfet bulunduğundan, Feyziye hitaben beyan edilen bu hakikat kaleme alındı.
Said Nursî
|
mahonick ÜyePuan: 1768.5 | Gönderilme Tarihi: 23 Nisan 2009 21:03:15 | # 7 HUSREV'İN BİR FIKRASIDIR
Aziz Üstadım!
Yüksek ve ciddî irşadlarınızla adım atmağı en büyük bir maksad bilen talebeleriniz, son zamanlarda şâyân-ı şükran bir vaziyete girdiler. Hulûsi-i sâni, beş-on arkadaşiyle; Hâfız Ali, civarındaki yirmi-yirmibeş arkadaşiyle; mübârekler, otuz-otuzbeş refikleriyle ve bilhassa Hacı Hafız Köyünde Ahmedler ve Mehmedlerin çok hâlis gayretleriyle umumiyet itibariyle hem hiç mübalâğasız bin kalemle, belki daha fazla; en geride kalan Ispartada ise kahraman Rüşdünün ve risaleleri kendine tamamen yazan Mehmed Zühdünün ve Küçük Ali'nin ve Osman Nuri gibi fa'al talebelerin gayret ve himmetleriyle otuz ile kırk arasında, hattâ bir cihette mümtaziyet kazanan Mehmed Zühdünün Küçük Hâfız Ali gibi hem Risalet-ün-Nuru yazarak, hem kendi evinde yüz elli kadar çocuğu serbest olarak üç aydanberi okutmasiyle ve civarında diğer köylerde bulunan onbeş yirmişer arkadaşlariyle talebeleriniz, Kur'ânî hizmetlerinde gayretli bir surette çalışmaktadırlar. Mübâreklerin yazdıkları gibi, dört köyde dört ay zarfında elifba okumayan kırk-elli adam, Risalet-ün-Nuru mükemmel yazmağa muvaffak olmaları harika bir keramet-i Risalet-ün-Nur olduğuna kanaatımız geldi.
Risale-i Nur şâkirdlerinden
Husrev(R.H)
|
mahonick ÜyePuan: 1768.5 | Gönderilme Tarihi: 23 Nisan 2009 21:05:11 | # 8 HULÛSİ BEYİN BİR FIKRASIDIR
Aziz Üstadım!
Ondokuzuncu Mektub'u bir mecliste ve bir cuma gecesi okumak niyetiyle üzerime almıştım. Şiddetli yağmurlu bir gece idi. O mecliste okumak üzere elimi cebime koydum, o mübârek eser yerinde olmadığını hayretle gördüm. Eseri koyduğum ceb yırtık ve delik olmadığı gibi, ben de başka hiçbir yerde durmadığıma göre bu hale hayret etmemek kabil mi? O geceyi uykusuz geçirdim, müteessir oldum. Hazret-i Gavs'dan bu mübârek eseri istedim. Lillâhilhamd, ertesi günü, bu eseri dinlemekle namaza başlamış olan bir muallim vasıtasiyle bulundu. Şakır şakır yağmur altında ve çamur içinde bu mübarek eser bulunsa bile artık okunmayacak derece olacağını tahmin edersiniz değil mi? Şâyân-ı hayret ve cây-ı dikkat ve medâr-ı ibrettir ki, en ufak bir leke bile olmamıştır. Hâfız-ı Hakikî, o mübârek eseri, ona mânen ve cidden bağlı olanlar gibi muhafaza buyurmuş. Hafîz ve Alîm ve Hakîm isimlerinin zâhir bir tecellisi böylece lemean etmiş oldu.
Hulûsi(R.H)
|
mahonick ÜyePuan: 1768.5 | Gönderilme Tarihi: 23 Nisan 2009 21:08:17 | # 9 HUSREV'İN BİR FIKRASIDIR
Çok Kıymetdar ve Çok Sevgili Üstadım Efendim!
Hazret-i İsa Aleyhisselam'la Deccal hakkındaki Ehâdîs-i müteşabiheden bir Hadîsin üç cihetle hakikî te'vilini beyan ve izah eden Mehmed Feyzi ve Emin kardeşlerimizin mübarek fıkralarını Sabri kardeşim göndermiş, bu gün aldım, okudum. Bu Hadîs-i Şerîfin meâline ve hakikî te'villerine o kadar muhtaç imişim ki; kızgın kum sahralarında senelerden beri susamışlara âb-ı hayat uzatır gibi ruh ve kalbim bir taze hayat buldu, derinden derine nefes aldım, bütün letâiflerim sürurla doldu, zâhirî cesedimden mânevî kalbime kadar sirayet etti. Sevgili Üstâdımız, talebelerini; ve Kastamonulu kardeşlerimiz de bizleri lütuflariyle doyurduklarından, Cenâb-ı Hakka hadsiz şükrettim. Başta sevgili Üstadım, Risalet-ün-Nurun kerâmetine ve bu fıkranın feyzine bakan üç ikram ile karşılaştık.
Birincisi: Mektubunu birlikte takdim ettiğim Sabri kardeşimiz, bu âli fıkra eline vâsıl olacağı anda, bir diğer kardeşine hâdisattan bahsederken bu fıkranın münderecatını anlatması...
İkincisi: Bu hakir talebeniz Husrev de, bu fıkranın vüsulünden bir gün evvel Re'fet Beyle konuşurken demiştim. "Aziz Re'fet! Biz, Hazret-i İsa Aleyhisselâmın nüzûlüne intizar ediyoruz. Bu peygamber-i âlîşân, din lehinde hareket eden cereyanın başlarına nüzul etse gerektir; ve o millet de müslüman olacaktır. Sevgili üstadımızın son mektublarından böyle anlıyorum. Bu hususta ümidim kuvvetlidir. İnşâallah öyle de olacaktır" demiştim.
Üçüncüsü: Atabeyli kardeşlerimin sevgili üstadıma yazdıkları mektub ki, onu da bu akşam aldım, okudum, çok acib gördüm. O kardeşlerim de Osman-ı Halidînin bahsettiği müceddid-i din ve o şerefe Cenâb-ı Hakkın nâil ettiği zâtı da sevgili Üstadımız olan Risalet-ün-Nur olduğundan bahsediyorlar. O mektubu da birlikte takdim ettim.
Evet muhterem üstadım, bu günlerde Risalet-ün-Nurun, fevkalâde faaliyeti içinde çok kerâmetlerini müşahede ediyoruz. Hattâ şöyle diyebilirim ki: Herbir talebeniz, başlı başına, birer birer, belki de kerratla böyle ikrama ve böyle in'âma mazhardırlar.
Milâslı Mehmed Efendi, "Bir karyede bin kalemle Nura sarılan kardeşlerimizin köyündeki faaliyeti biraz mübalâğalı görmüşler. Ben onun tahkiki için geldim" dedi. Risalet-ün-Nurun bir kerameti idi ki, bu köyün kıymetli, fa'al bir talebesi Marangoz Ahmed yanımda idi. Ben dedim: Vâkıa ben bu köye gitmedim, kardeşlerimden soruyorum, onlar da diyordu: "Kadın-erkek, çoluk-çocuk, Risalet-ün-Nuru yazan bin kalem vardır." Sonra Marangoz Ahmed dedi ki: "Bizim köyümüz, üçyüz elli hanedir. İki hoca, bir hacı, üç adamdan başka bütün evlerimize Risalet-ün-Nur girmiştir. Kadınlara, kız çocuklarına varıncaya kadar yazıyorlar. Hattâ ümmîlerden -kırk yaşından yukarı- yazı yazan on kadar kardeşimiz vardır" cevabında bulundu. Milâslı Mehmed Efendi bu faaliyete hayran oldu.
Talebeniz
Husrev(R.H)
|
mahonick ÜyePuan: 1768.5 | Gönderilme Tarihi: 23 Nisan 2009 21:11:25 | # 10 Aziz Kardeşlerim!
Bu günlerde, Tefsir'in ve Onuncu Söz'ün tevafukatına baktım. Kendi kendime dedim ki: "Bu ziyade tafsilât israfdır; ehemmiyetli mes'eleler çoktur, vakit zâyi olmasın." Birden ihtar edildi ki: "O tevafuk altında çok ehemmiyetli mes'eleler vardır. Hem mâdem tevafukta bir inayet-i hâssa ve bir iltifat-ı Rahmânî Risalet-ün-Nura karşı tezahür etmiş; o iltifata karşı hüsn-ü şükran ve memnuniyet ve müteşekkirane sevinç ne kadar ifratkârane de olsa,İsraf olamaz." Bu ihtar mücmelini iki cihetle izah edeceğim.
Birincisi: Her şeyde, -ne kadar cüz'î olsa da- bir kasd ve iradenin cilvesi bulunmasıdır. (Tesadüf hakikî olarak bulunmamasıdır.) Evet, kesretin en dağınık ve en ziyade tesadüfe verilen, kelimattaki hurufatın vaziyetleridir. Hususan kitabette madem hiç münasebeti olmayan ve ihtiyar-ı beşer karışmayan hurufatın vaziyetlerinde bir tenasüb, bir nizam bulunuyor; elbette bir irade-i gaybî tahtında vaziyetler veriliyor. Hiçbir şey, daire-i ilim ve kudretinden hariç olmadığı gibi, daire-i irade ve meşîetten dahi hariç değildir ki, böyle cüz'i ve dağınık şeylerde dahi bir tenasüb gözetiliyor ve tanzim ediliyor. Ve o tanzim içinde irade-i âmme cilvesinden inayet-i hâssa suretinde Risalet-ün-Nura bir imtiyaz nev'inden hususî bir teveccüh görülmüş. Ben bu derin mes'eleyi tam görmek için "İşârât-ül-İ'caz"ın tevafukatına dikkat ettim ve kat'î bir kanaat ile o sırrı bildim ve hissettim.
İkincisi: Nasılki çok mübarek ve kudsî büyük bir zat, gayet fakir ve muhtaç bir adama ümid edilmediği bir tarzda iltifatkârâne bir kabda bâzı kâğıtlara sarılı bir hediye ihsan etse, elbette o bîçâre adam, o pek büyük zâta karşı hediyesinin binler mislinden fazla teşekkür etmek ister. Ve bin o hediye kadar kıymetli bulunan o hediye ile gösterilen iltifata karşı ne kadar teşekkürde israf ve ifrat da etse, makbûldür. Ve o çok mübarek zâtın hediyesine sardığı kâğıtları da teberrük deyip şeker gibi yese, hattâ o hediye içindeki cevizlerin kabuklarını da teberrük deyip ekmek gibi yese, başına koysa, israf olmadığı gibi, Risalet-ün-Nur yüzünde irade-i âmmede inayet-i hâssa iltifatı, tevafuk zarfiyle ihsan edilmiş. Elbette tevafuka dair tafsilat, tasvirat fiilî teşekküratın bir nev'idir, ve sevincin ve minnetdarlığın heyecanlı bir tereşşuhatıdır. Evet, böyle bir zâtın iltifatını gösteren maddî kırk para ihsanına karşı, kırk bin liraya değer iltifatına karşı ne kadar teşekkür eylese, israf değil.
Said Nursî
|
Sayfalar:
[1] |
|