Üye ol
Şifremi unuttum | Onay kodum gelmedi
Yardım

KONUŞMA TÜRLERİ
mahonick
Üye
mahonick

Puan: 1768.5

mahonick şu anda çevrimdışı
Gönderilme Tarihi: 20 Ekim 2009 22:43:44




Örnekler göstererek, konuşma türleri içerisinde ben diliyle konuşma, kitle önünde ikna edici konuşma teknikleri, yuvarlak masa toplantıları, radyo ve televizyonda konuşma gibi konuları size arz etmeye çalışacağım.
“Kapitalizm Geleceği” isimli kitap. Dilimize yeni çevrildi, Koç Unisys tarafından basıldı. 1 aylık bir çeviri. 1996 yılı içerisinde Lesther THROW tarafından yazıldı. Lesther THROW bilindiği gibi şu anda düynadaki, gelişen bilimler ve ekonomi uzmanlarından birisi ve Bill Clinton'un ekonomi müşavirliğini yapan bir bilim adamı. Yine onun "Kıran Kırana" isimli bir kitabı var sözetmiştim. Bu da sabah yayınlarından dilimize çevrildi.
"Gelecek İçin Yönetim". Bu Peter DRUCKER'in. Son derece önemli bu bilim adamı. Türkiye iş Bankası tarafından 7. 8. baskısını yapıyor. Yine onun "Yeni Gerçekler" adlı kitabı. Türkiye İş Bankası yayını. Yine "Yeni Gerçekler" adlı kitabı"7. 8. baskısını yapıyor. Yine Peter DRUCKER'in "Kapitalist Ötesi Toplum" isimli kitabı. 21. yy.'da bizleri neler bekliyor, neler olacak ve buna karşı ülkeler hangi önlemleri almalılar.
"21. Yüzyılda Savaş Yanlıları ve Savaş Karşıtları Arasındaki Mücadele", Aldwin TOFLER'in. Fütoroloji bilgini dediğimiz kişi. Sabah yayınlarından. En son kitabı Aldwin TOFLER'in. "Yeni Ţoklar"ı. Yine size anlattığım temel bilgileri inceleyen bir kitap. İnkılap Yayınlarından.
"Kontrolden Çıkmış Dünya". Bu çok önemli bir kitap. Zibitzniew BREZINSKY. Güvenlik müşaviri Amerika Cumhurbaşkanlarının. "Büyük Çöküţ" isimli kitabında 1980’li yıllarda Sovyetler Birliğinin dağılmak üzere olduğunu söylemişti. "Kontrolden Çıkmış Dünya"da ibret verici şeylerin 21. yüzyılda gelebileceğini söyleyerek önemli konulara parmak basıyor.
Bunlarda dün anlattığım konularla ilgili kitaplar;
"Deha'nın El Kitabı". "Tony BUZAN, Raymond KEENE. Sabah Yayınları'ndan.
"Yaratıcı Düşünme ve Beyin Fırtınası" Geoffrey RAWLINSON'un.
"Aklını En İyi Şekilde Kullan" Tony BUZAN. Orion Yayınları.
"Zaman Yönetimi" Martin SCOTT. Rota Yayınları.
"Başarılı Toplantı". Greville JANNER. Rota Yayınlardan.
"Hızlı Düşünme ve Cevap Verme Yöntemleri" Patrik QUIN.
"Motivasyonun El Kitabı" Gisella HAGEMAN. Rota Yayınlarında çıktı.
Bu konuda, en son piyasaya çıkan ve hemen Türkçe'ye çevrilmiş kitaplar bunlar.
İstanbul'daki iş adamları bunları çevirtip, hem kendi elemenlarına dağıtıyorlar. Hem de piyasaya veriyorlar.
Bir de dilimize henüz çevrilmemiş olan benim yurtdışından getirdiğim kitaplar.
“Cognitive Since”. Algılama ve algılamanın hızlanması, bilginin beyne yüklenmesiyle ilgili bir kitap. Size, yararlanarak anlattığım kitaplardan birisi. Aşağı-yukarı bu konudaki bilim adamlarının kaynak kitabı. Tony BUZAN ve diğerlerinin de kaynak kitabı.
“Use Your Perfect Memory”. Beyni kullanmakla ilgili, Almanya'da çıkmış bir kitaptan örnek vermek istiyorum. 23. baskıyı yapmış. Halk tipi olarak basılmış. Bilginin hızla yayılması ve beynin kullanımıyla ilgili. Geçen yıl arkadaşlar Almanya'dan getirmişler. Konuya verilen önem ilginç.
Diğer kitap biraz sonraki konuşmayla ilgili anlatacağım kitap. Bu konuda Amerika'daki bütün uzmanların yararlandığı bir kitap. Üniversite ders kitabı. “Use Both Sides of Your Brian”. Şimdi bundan bölümler arz edeceğim sizlere.
Dün de söylemiştim, şu kitap ingilizce öğretimi için yazılmış. Intermediate seviyesinde. Ortaokul çocukları için düşünülmüş bir kitap. Oxford Üniversitesi tarafından basılmış. Konuya verilen önemi göstermesi ve bilgilerin ulaştırılması bakımından ilginç. Bugünle ilgili bilgiler veriyor. Küçük yaştan itibaren beyni geliştirmeye yöneliyorlar. Hafızayla ilgili üniteleri de var. Hafızayı nasıl geliştirebiliriz. Bunu ingilizce kitabının içine yerleştirerek çocuklara yaygınlaştırıyorlar.
Şu da eleştirirel düşünceyle ilgili olarak Amerika'da özel liselerde ve üniversitelerin bazı bölümlerinde okutulan bir kitap. Burada da beyin fırtınası ile ilgili bilgi arz edeceğim. Yine bunları konu olarak işliyorlar ve eleştirirel düşünme dediğimiz düşünme tekniğini çocuklara konu olarak öğretiyorlar.
Şu anda yavaş yavaş bu kitaplar çeviriliyor ve hızla yaygınlaşıyor. Yararlanılması bakımından arz ederim.
Efendim; Davranış bilimciler, ben diliyle konuşma diye yeni bir teknik geliştirilmiştir. Bu geliştirilen tekniğin amacı şu. İlişkilerin kontak etmemesi. İlk ilişkiler; bir kişi diğer kişiyle konuşmaya başlayınca ilişkiler olumsuz gelişirse, olumsuz olarak devam ediyor. Eğer ilişkiler olumlu olarak gelişirse, olumlu olarak devam ediyor. Dolayısıyla da dikkat edilmesi gerekli şey; İlk anda -konuşmaya başlarken- konuşmayı nasıl yönlendirebileceğimizi bilmek. İşte bunun için de ben diliyle konuşmak adıyla yeni bir teknik geliştirildi. Ben diliyle konuşmak deyince konuşmamızın ortasına beni koymak değil, ben şöyleydim, ben böyleydim diye kendimizi anlatmak değil.
Bunu ben de örneklendirerek size arz edeyim.
Ailemizi ziyarete gidiyoruz. Annemiz ve babamız çok yaşlılar. Bir çok meşakkatle karşı karışıyayız. Sıkıntı içerisindeyiz. Zamanımızı ayırıyoruz, 1 aydır görmediğimiz annemize babamıza gidiyoruz. Kapıyı çalar çalmaz açıyor annemiz babamız. "Seni hayırsız bir aydır aramıyorsun. Büyük bilmezsin, küçük bilmezsin. Bu yaptığın nedir?” diye başlıyorlar. İkinci defa gittiğimizde yine aynı şekilde karşılanacağınızı bildiğiniz için ayağınız geri geri gidiyor. Yada gideceğim kapıyı çalacağım; "Hayırsız, vefasız diyecekler." bana. Bir şekilde yalan uydurayım diyoruz. İşte bacağım ağrıyor, ayağım tutmaz oldu, ah of. Bir şekilde ikna edeceğiz. Az bir ilişki kuruyoruz, işte bu ilişkinin sağlıklı kurulabilmesi için; anne ve babalar eğer çocukları geldiklerinde “Vefasız aramaz oldun yerine”, “Çok özlüyorum, arayı bu kadar açma.” şeklinde konuştuğunuz zaman daha etkili oluyor. İnsanların birbirini daha kolay, daha candan, isteyerek ziyaret etmelerini sağlıyor.
Bir örnek daha arz edeyim çocuklarla ilgili olarak. Yorgun argın geliyoruz eve. Çocuğumuz televizyonu açmış seyrediyor. “Kapat şu televizyonu.” diyoruz veya müzik seti açık “Kapat şunu, dan dun edip duruyor. Kapat şunu gelirsem ayağımının altına alırım seni.” diyoruz. O zaman iki şey yapabiliyor çocuk. Ya otoritemizden korkarak, içinden küfrederek odasına çekilip gidiyor veya direniyor, “Hayır, ben dinleyeceğim.” diyor. Dinleyeceğim dediği zaman ya siz gideceksiniz zorla televizyonu kapatacaksınız veya döveceksiniz, dediniz bir kere, tehdit ettiniz. Gel bakalılm diyerek iki tokat atıyorsunuz. O da biraz şey ise, işi arsızlığa vuruyor. Bağırıp çağırıyor, bir saatte susturamıyorsunuz. Bir gecemiz mahv oluyor ve ertesi gün 7.30'da kalkıp işe gideceksiniz, stres üstüne ikinci bir stres geliyor.
İşte bunun için;
1- Önce yapacağınız işi tanımlayın, işin adını koyun.
2- Bu durumun sizin üzerinizde yaratacağı etkileri ortaya koyun.
3- Bu etkiler üzerinden neler hissedeceğini ortaya koyun.
Demek ki üç aşamalı bir konuşma stretejisi ben diliyle konuşmak.
Olumsuz örnek veriyorum; Anne işten geldi. Çocukta mutfaktaki kapları bulmuş birbirine vurarak çalıyor. Anne şöyle diyebilir; "O kapakları alırım, senin kafana çalarım, geri zekalı sana yapma demedim mi?” Bu tehdidi yerine getireceksiniz ve çingar çıkacak evde. Onun için şöyle yapıyoruz. "Kapakları birbirine vurduğun zaman başım ağrıyor." Önce tanımlıyoruz. Kapakları biribirine vurduğu zaman niçin başımızın ağrıdığını söylüyoruz. Başım ağrıdığı zaman öfkelenirim. Yine bunda tehdit var. Eğer öfkelenirsem yapacağım birşeyler var. Fakat daha ustalıkla olayı kamufle etmiş oluyoruz. Bu şekilde konuşulduğu zaman yapılan araştırmalara göre; Eğer çocuklar bu şekilde küçük yaştan itibaren alıştırılırlarsa; anne veya baba eve geldiği zaman, gürültü yaptıkları malzemeyi bırakarak odalarına geçtikleri gözlenmiştir. İşte onun için ben diliyle konuşma dediğimiz teknik bütün alanlara yaygınlaştırılıyor.
Bunu memurlarla ilgili bir kaç örnekle sizlere arz edeyim.
Yetiştirilmesi gereken bir iş var. Maiyetimizdeki memurlara yetiştirilmesi gereken işi veriyoruz. Giryoruz, çıkıyoruz. Bakıyoruz ki yatıyorlar veya lak lak ediyorlar veya gereksiz tartışma yapıyorlar ve iş bitmeyecek. Bitmediği zaman da çok kötü durumda kalacağız. Diyoruz ki; “Yeteri kadar çalışmıyorsunuz. Bakın bu işi zamanında bitiremezseniz hakkınızda yasal işlem yaparım veya amirlerime sizi şikayet ederim.”diyoruz. Bu bir söyleme tarzında açıkca tehdit etmiş oluyoruz karşımızdakini. Açıkça yasal işlem yapacağımız konusunda tehdit ettiğimiz zaman antipatik duruma düşmüş oluyoruz. Bunun yerine uzmanlar; "Arkadaşlar bu işi iki gün içerisinde bitirmezseniz, amirlerim karşısında başarısız duruma düşeceğim." Burada birinci olarak işi tanımlıyoruz. İki gün içerisinde bitirilmesi gereken bir iş var, onu hatırlatıyoruz. İki gün içerisinde amirlerim karşısında düşeceğimiz başarısız durum var, bu durumdan nelerden etkileniyoruz, onları ifade ediyoruz. Arkasından da "Bu beni çok üzecek bir durumdur." dediğiniz zaman; "Sonucuna katlanırsınız bedelini alırsınız." diye yine tehdit etmiş oluyoruz. Fakat tehdit ustalıkla gizlenerek duygularımız ön plana çıkarılmış oluyor. Böylece karşımızdaki insanların kırılmadan iş yapmalarını sağlıyoruz ve ilk bağlantıları kuruyoruz. Eğer biz birden-bire tehdit edecek olursak bu sefer alışkanlık oluyor memurda. Diyor ki; "Şimdi gelecek amirim beni tehdit edecek. Eğer tehdit ederse ben ona ne yalan uydurayım bu sefer” diye düşünüyor. "Amirim, çocuğum hastaydı da. Sabaha kadar ayaktaydım, Allah sizi inandırsın. Yada; "Yolda ayağım kaydı düştüm. Acile kaldırdılar sargı sardırdım geldim diyecek." Nereden bileceksiniz bunların doğru olup olmadığını. Bilemiyorsunuz. Dolayısıyla size her seferinde bahane uyduruyor veya içinden antipatik davranıyor ve diyor ki "Oh. Sen bir gitsen de senin arkandan bir küfür etsem" diyor. Kapıyı çektiğiniz zaman eliyle yüzüyle falan bir sürü hareketlerde bulunuyor. Eğer biz konuşmaya bu şekilde başlarsak burada üzüleceğim dediğimiz zaman başarısız duruma düşeceğim dediğimiz andan itibaren empati dediğimiz bir psikolojik olay ortaya çıkıyor değerli arkadaşlar.
Empati şu demek; Karşımızdaki kendisini bizim yerimize koyuyor. O zaman kendi üzülme duygusuyla bizim üzülme duygumuzu karşılaştırıyor. Kendi başarısızlığında ne durumu düştüğünü, nasıl öfkelendiğini hatırlıyor ve ona göre davranışlarını da düzelterek yapıyor. Ben diliyle konuşma bu.
Özellikle emniyet mensupları için son derece önemli ikna edici konuşma teknikleri. Bu konuda iki önemli unsuru söyleyeceğim ve sonra bir kişinin kitle önünde konuşmasına döneceğim.
Televizyonlarda her Cuma veya Cumartesi, İstanbul Üniversitesi'nin önünde veya Beyazıt Camii'nden dağılırken Emniyet Müdürünü görüyoruz. Bir grup öğrencinin ortasında veya kalabalıkla aralarında yarım mesafe. Müdürün arkasından insanlar bağırıyor. Zavallının ne sesi duyuluyor ne soluğu duyuluyor, ne ikna etmeye hali oluyor. İşte bu durumlarda yapılan araştırmaya göre; konuşmacının nasıl bir mesafe alması gerektiğini gösteren araştırmalar var, bunları arz deceğim sizlere.
Karşımızdaki kişi bir kişi ise yaklaşık bir metrelik mesafe ile tam karşısında durmamız gerektiği söyleniyor psikologlar tarafından. Karşınızda iki kişi, üç kişi veya bir kitle varsa bu kitle karşısında herkesin görebileceği bir yükselti de yoksa beş metre mesafeden konuşmamız gerektiği ifade ediliyor. Böylece öndeki birkaç kişinin arkadaki insanların duygularını maskelemesini engellemiş oluyoruz ve mesajımız bütün kitleleye ulaşıyor. Eğer biz kitlenin ortasında kalırsak üç tane kitle liderine laf anlatmak zorunda kalıyoruz. Arkadaki insanlara laf anlatarak onları ikna etmemiz mümkün olmuyor.
Kokteyllerde kokteylin sonunda kokteyli veren bir Genel Müdür olarak, yüksek bürokrat olarak konuşmamız gerekiyor. Eğer konuşurken kalabalıkla kendi aramızdaki mesafeyi ayarlayamazsak sadece 3 kişi veya 5 kişi bizi dinliyor. Kitle önünde konuşmanın etkisi kalıcı olmuyor. Onun için; Eğer kitle ile bizim aramızda bir yükselti yoksa düz bir mekanda isek, bir kişiden, büyük kalabalıklara kadar 1 metre ile 5 metre arasındaki mesafeyi ayarlayarak konuşmamız gerekiyor. Elbette büyük kalabalık olunca megafonla konuşmak gerekiyor. Yoksa beş metrede olsa konu hiç duyulmaz ve yayılmaz. Bir başka nokta kitle öfkeli. Önceden belirli bir şekilde hazır. Biz tam onun tersi şeyleri söyleceğiz. Motive oldukları, aşırı duygu ile gerilim halinde oldukları anda biz onlara duyduklarının, düşündüklerinin tam zıttını söyleyeceğiz ve onları ikna etmek zorundayız. En çok karşılaşılan noktalardan birisi.
Milletvekili adayıyız. Bir siyasi partinin propagandası için Erzincan Tercan'a gidiyoruz. Birisi dedi ki; Aman efendim sakın Tercan'a gitmeyin. Tercan hep X partisindendir, hatta X partisinden adamlar önceden sizin aleyhinizde şöyle şöyle onları doldurdular. Gittiğiniz zaman size baş kaldıracaklar ve sizi dinlemeyecekler dediler. Bir kitle hareketi var ve kitlenin tansiyonu son derece yüksek. İşte böyle bir anda konuşmaya başlarken önce o kitlenin düşüncelerindeki haklı noktalarla haksız noktaları ayırmak gerektiğini söylüyorlar. Demek ki önceden hazırlık yaparak bu kitlenin düşüncelirinden hangileri haklı hangileri haksız bunu bir bir ayırmamız gerekiyor. Bu ayırımı yaptıktan sonra kitlenin heyecanına paralelel bir heyecanla başlamak gerekiyor. Önce haklı olduklarını, kendilerine şu noktalarda katıldığını, duruma çok üzüldüğünü fakat, fakat dedikten sonra kendi görüşlerimizi söyleyerek toplumun tansiyonunu düşürüyoruz. Buna toplumun heyecanına yükselme, aynı paralele çıkarak oradan aşağı doğru inme deniliyor. Yani tempoyu düşürüyoz. Eğer biz yüksek tansiyon karşısına daha yüksek bir tansiyonla gelirsek o zaman herhalde yumurta atmaya başlarlar ve biz de yapacağımız siyasi propagandayı yapmadan geri döner geliriz.
Demek ki; konuşmacının kitleyi ikna etme sırasında dikkat edeceği noktalardan birisi her hareketin mutlaka haklı yönleri vardır, bu haklı yönleri tesbit etme ve daha sonra haksız yönleri eleştirerek karşınızdaki geniş kitleleri ikna etmek gerektiği söyleniliyor.
Ţimdi bir kiţinin kitle önünde konuşmasıyla ilgili olarak bazı temel bilgileri arz etmeye çalışacağım. Tabi zamanım olmadığı için bazı şeyleri ana hatlarıyla geçmek istiyorum. Fakat sizlere hem ilginç geleceği için çok liderimizin, yetiştirdiğimiz bir devlet adamlarımızın konuşmalarından bazı bölümler arz edeceğim ve sonra birlikte kitle önünde yapılmış bu iki konuşmayı değerlendireceğiz.
Değerli devlet büyüğümüz konuşuyor, beyanat veriyor. "Tedbirler alınmıştır diyorlar. Evet bu tedbirler yedi seneden beri alınmış veya beş seneden beri devam ediyor. Ama dökülmeye devam ediyor. Bu kan niye dökülüyor, tabi devletin görevi var. Devletin görevi halkın huzur ve güvenini sağlamaktır. Devlete halkın huzur ve güvenini niye sağlıyorsun veya sağlamaya çalışıyorsun denemez. Niye sağlamıyorsun denir. Biz muhalefetken niye sağlamıyorsun dedik. O zaman görevimizdi. Şimdi iktidar biziz başkaları bize diyecek. Niye sağlamıyorsun diye. Biz bunu nasıl sağlayacağız olay bu. Nasıl sağlayacağız, bunu arıyoruz. Neden sağlanmamıştır. Bu böyle yani siyah beyaz sentezine tabi tutulacak bir olay değildir. Neden sağlanamamıştır, ne yaparsak sağlanacaktır. Bu sadece hükümetin işi de değildir. Bu devletin işidir toplumun işidir. Buna hiç kimse seyirci kalamaz. Bu sağlanmasın diyen insan tasavvur edemiyorum. Sağlanmalıdır. Neyi yaparsak sağlanacaktır, durum budur. Sanıyorum ki Türkiye'nin önünde Türkiye Cumhuriyet Devletinin önünde, siyasi iktidarımızın önünde, bizim siyasi partimizin önünde, bizi seven milyonların önünde, milletimizin önünde duran en önemli olay budur, gelin bunu sağlayalım peki siz iktidarsınız nasıl sağlayacaksınız, devlet sağlayacak bunu tamam."
Burada bu uzun konuşmada iki şey var. Başta söyleniyor devlet sağlayacak diye. Sonda da deniliyor devlet sağlayacak. Tamam bu işi devlet sağlayacak. Ortası boş. Başlangıcı ile sonu arasında konuşmada ne değişti. Konuşma gelişmiyor, konuşmada bir ritim yok, konuşmada bir disiplin yok. Anlaşılıyor ki hazırlıksız olarak çıkılmış. Herhangi bir plan yapılmadan yapılmış bir konuşma. Eğer önceden hazırlanarak teknik olarak düzenli yapılsaydı konuşma, kitle önünde çok daha etkili olacaktı.
Burada parantez açarak ţunu tekrarlamak istiyorum. Dünyada sözlerden daha kuvvetli bir silah keţfedilmemiţtir.
Değerli dinleyenlerim;
Şimdi iki örnek daha vereceğim. Birisi dünya siyaset literatüründen, birisini kendi siyasi literatürümüzden.
Napolyan'dan bilindiği gibi Şeytan Adasına sürgün ediliyor. Oradan iki arkadaşıyla birlikte gizlice Marsilya'ya kaçıyor. Marsilya'dan, Paris'e doğru geliyor. Marsilya'dan haber Paris'teki parlementoya da geliyor. Parlemento karar alıyor. Fransız Ordusunu Napolyon'u yakalamakla görevlendiriyorlar ve büyük bir ordu Marsilya'dan Paris'e doğru gelen Napolyon'u yakalamak üzere yola çıkıyor. Napolyonla Fransız Ordusu karşı karşıya geliyor. Napolyon’a arkadaşları kaçalım diyorlar. Bu ordunun karşısında ne yapabilirsiniz. Hayır kaçmayacağım diyor. Hemen orada bir taşın üzerine çıkıyor, çevresine toplanan askerlere diyor ki; “Fransız Ordusu, ayağınızdaki postaldan başınızdaki şapkaya kadar benim eserimsiniz. Benim eserim olarak beni öldürmek veya tutuklamak istiyorsanız önce öldürün sonra tutuklayın diyor ve ğöğsünü açıyor. Ordu Napolyon'un arkasına geçiyor ve Paris'e muzaffer bir komutan olarak gidiyor, ikinci gelişinde.
Görüldüğü gibi sözün geniş kitleler üzerinde korkunç etkisi var.
Buna bir de Hitler'i örnek olarak ilave etmek gerekiyor. Sesindeki tempo, ritim ve akıcılıkla -biraz sonra onu da sayılarını da söyleyeceğim- geniş kitleleri etkiliyor. Hitler öldükten sonra dinleyenlere diyorlar ki; Siz onu dinlediniz. Peki ne anladınız. Verilen cevap; Vallahi ne anladığım önemli değildi sadece o tempoya kaptırıp gidiyorduk diyorlar. Demek ki konuşma son derece önemli ve kitle üzerinde son derece etkili unsurdur.
Bir de bizden örnek vermek istiyorum. 1965 Adalet Partisi'ne genel başkan seçilmesi olayı var. Saadettin BİLGİÇ ve Süleyman DEMİREL karşı karşıyalar. Saadettin BİLGİÇ partinin kuruluşundan beri var partide. Genel Başkan Yardımcısı. En çok tanınan, teşkilatlanmayla ilgili ve kurt politikacı olarak tanıyor. İyi kulisçi alarak tanınıyor. Süleyman DEMİREL ise askerden yeni gelmiş. Hatta bir de çok olumsuz sicili var. Parti basıldığı zaman şapkasını alarak arka kapıdan kaçıp gitmiş. İki lider Genel Başkanlık seçimine hazırlanıyorlar. Sadettin BiLGİÇ ben nasılsa kazandım diyor ve yatıyor. Süleyman DEMİREL ise sabaha kadar not hazırlıyor, konuşma metinini hazırlıyor ve provalar yapılıyor. Sonra ikisi çıkıyorlar. Sadettin BiLGİÇ nasıl olsa kazanacağım diye delegelere çok berbat bir konuşma yapıyor. Kendisi de sonra itiraf ediyor. Süleyman DEMİREL ise 1,5 saatlik nefis bir konuşma yapıyor ve indiği zaman bütün delegeler alkışlıyor, ezici bir çoğunlukla Adalet Partisi Genel Başkanı oluyor ve ülkenin kaderinde önemli bir yere sahip oluyor.
Değerli dinleyenler bu bakımından söz, kitle önünde konuşma son derece önemli bir kavramdır. Bu konuşmanın başarısızlığının sebebi bir planla belirli bir noktadan belirli bir noktaya gidememesinden kaynaklanıyor.
İkinci konuşmayı alıyorum yine. Bu da büyük bir devlet adamımız. "Değerli arkadaşlarım: Devleti tıkattırmam müsterih olun. Ne kendimiz devleti tıkarız ne tıkattırırız ve öyle ufak şeyleri de hoşgörüyle karşılayacak sabrımız var. Onun için arkadaşlar müsterih olsunlar basında falan zaman zaman beyanatlar şeklinde yer alan tartışmalarda biz olumlu davranma durumundayız. Çünkü bir sorumluyuz. Yani zaman zaman hani muhalefet olduğum zamanları arıyorum doğrusu ve muhalefet olduğumuz zamanlardaki gibi hareket etme serbestisini yitirdiğimiz için hayıflanıyorum. Muhalefetten iktidara geçtiğim için söylemiyorum bunu. Yani insan bu canım hani şöyle diye, böyle diye verse demek daha şeydir. Ama burada kalıyor. Onun içindir bazı laflar gereğince söylenmiyorsa onun sebepleri var. Çünkü ortak hamamın namusu bizden sorulur." diyor.
Ţimdi burada da bir cümle asıl söylenilmek istenilen şey. Bir cümle, muhalefetteyken atıyorduk ama şimdi hamamın namusu bizden sorulduğu için herşeyi söyleyemiyoruz müsterih olun böyle biraz gitsin diyor. Bütün buradaki sözlerin toplamı bir cümle. Bunu dinlediği zaman halk iki şey söylüyor. Eğer kültürlü ve devlet, ikbal görmüş birisi ise; Gene demogojiye başladı. Polemik yapıyor, eveliyor, geveliyor diyor. Bir de anlamayanlar var. Vallahi burada önemli bir şey söylüyor ama ne söylediğini ben anlamıyorum. Kültürüm müsait değil diye düşünüyor.
İşte bunu önlemek için bir konuşmada beş aşamalı planlama yapılması gerektiği söyleniyor. Şimdi bu planı arz edeceğim.
Birinci adım hazırladığımız konuşma metnini hazırlarken dikkat edeceğimiz noktalardan birisi dikkat toplama ve durumun ciddiyetini ortaya koyma.

ARA

İki yolcu İstanbul-Ankara arasında hareket eden trende bir kompartımana düşmüşler. İki yolcudan birisi grip olmuş çok üşüyorum diyor. Gelmiş hemen kaloriferin ısıtıcısını sıcağa çevirmiş. Diğeri; "Kardeşim bu sıcakta ne bu böyle. Olur mu çevir şunu biraz soğuğa, çok sıcak. Diğeri; "Kardeşim ben gribim hastayım, böyle soğuk hava üfürürse ben mahv oldum. Gırtlak gırtlağa gelmişler kavga ediyorlar. Kondüktör; "Ne oluyor ayıp değil mi, koca koca insanlarsınız." Hemen biri başlamış; "Yaa, memur bey. Ben hastayım, gribim. Adam ha bire soğuğu açıyor. Beni öldürecek zatürreden. Diğeri de; "Ben yanıyorum, duramam böyle yerlerde, kapalı yerde bir sıcak olursa hepten ölürüm. Kondüktör "Kardeşim merak etme o kalorifer zaten bozuk " (Gülmeler)
Evet, değerli dinleyenlerim;
Konuşmayı kitle önünde etkili yapan en önemli unsurlardan birisi konuşmanın kendi içinde gruplandırılmasıdır. Eğer konuşma kitleye etkili olarak onların kafasını bir yerden biryere getirmek, zihniyetlerini değiştirmek istiyorsa bir konuşmacının konuşmasını beş ana bölümde gruplandırılması gerekir. Yok eğer geçiştirmek istiyorsa böyle bir konuşma da yeter. Ama demokratik toplamlarda kitleleri eğer ikna etmek istiyorsak mutlaka önceden konuşmamızı gruplandırmamız gerekiyor.
Birinci adım; dikkati toplamak. Konuştuğumuz şeyin önemini, konuştuğumuz şeyin ciddiyetini geniş kitlelere duyurmak. Birinci bölümde ilk yapacağımız iş dikkati toplamak. Daha sonra durumun önemini, ciddiyetini ortaya koymak, ondan sonra ikinci adıma geçmek. Demek ki; önce problemi ortaya koyuyoruz.
İkinci adım olarak; gereksinimmeleri gösteriyoruz. Bu konuştuğumuz şey karşısında da nelere gereksinime duyuyoruz, problemi tanımlamak gerekiyor. Bu problemi kendimizce biz nasıl tanımlıyoruz, Ondan sonra bu problemin bizim tarafımzdan nasıl algılandığını ikinci adımda ortaya koyuyoruz.
Üçüncü adım olarak; öne sürdüğümüz çözüm yollarını derecelendirerek söylemek. Ben bu problemi şöyle anlıyorum, bu problemi şu şu şu yöntemlerle çözmek mümkündür, diyoruz.
Dördüncüsü; eğer benim dediğim şu yöntemlerle bu çözülürse şu çıkar. Yani sonucu gösteriyoruz. Mesela siyasi parti olarak eğer bana rey verirseniz, ben problemi şöyle şöyle çözeceğim. Eğer böyle çözersem de şu sonuçlar ortaya çıkacak diye, kitleye problemi çözdüğümüz zaman ortaya çıkacak sonuçları gösteriyoruz. Buna vizyon diyorlar ve projeksiyonla ileriyi gösterme.
Beşinci adımda; Ne istediğimizi söylüyoruz. Diyoruz ki; Problem şudur. Ben bu problemi şöyle anlıyorum, bu problemi şöyle şöyle yollarla çözerim. Çözüldüğü zaman ortaya şu şu sonuçlar çıkar. Bunun için de sizden güç vermenizi istiyorum. Bana rey vermenizi istiyorum.
Diyelim ki; Polis Teşkilatı'nda, geniş kitlelerin hareketi halinde olağanüstü hal ilan edilmiş ve mahiyetimizde yüzlerce polis var. Bu polisler orkestra şefi ahengi ile çalıştırılacak. Onları meydana toplamışız, konuşuyoruz. Problem budur, problem çok önemlidir, bu problem bence şöyle şöyle tanımlanabilir, şu şekilde çözümlenebilir, çözüldüğü zaman ortaya şu çıkacaktır. Arkasından da diyoruz ki; Eğer bana güç verirseniz benim emir ve görüşlerime dikkat ederseniz, titiz davranırsanız, buradan kazasız belasız sonuçlar ortaya çıkacak. Demek ki beş aşamalı olarak konuyu ortaya koyuyoruz. Problem böyle ortaya konulduğu zaman bir mesajımız var. Mesajı biz veriyoruz geniş kitlelere. Bir de alıcı var karşımızda farklı anlayışlarda, farklı kültürlerde alıcılar var. Bu alıcılar, planlı sunuş karşısında bizi dinlerken kendilerini ona göre planlıyorlar ve dolayısıyla bizim mesajımızla dinleyicilerimizin alma kapasitesi arasında bir uyum ortaya çıkıyor ve ikna olma yetenekleri, ikna olma becerileri artıyor.
Orman ile ilgili bir konuşma yapılıyor. Konuşmacı önce problemi ortaya koyuyor. TEMA Vakfına uygulayalım bunu. Orman problemi var, erozyon var, kuraklık var. Problemin sebebi ormanların yakılması, kesilmesi, sağlıksız yeşil alan açılması, tanımlıyoruz. Sonra çözüm yollarını öneriyoruz. Çözümü , yeniden ortaya çıkacak sonucu gösteriyoruz. Türkiye alanının %20'si tekrar orman haline gelecek, hava daha kolay temizlenecek, erozyon azalacak gibi. İsteğimizi de en son söylüyoruz.
Demek ki kitle önünde konuşmanın önemli noktalarından birisi konuşacağımız şeyi gruplandırarak anlatmak. Eğer biz problemden önce söyleyeceğimizi söylersek bu bir çorbaya dönecektir ve karşımızdaki insanın bunu anlama becerisi neredeyse imkansız hale gelecektir.
Şimdi bir de kitle önünde dikkat edilmesi gereken hususları göstermeye çalışacağım. Siyasi parti liderlerinin çağırıp milyarlarca lira veripte, TV önünde kitle önünde nasıl giyinecekleri ni öğrenmeleri konusuna geliyoruz. Bu konuyu, kitle önünde hareket tarzını da kısaca anlatmak istiyorum.
Üç aşaması var;
1- Heyecanın kontrolü.
2- Vücudun kullanılması.
3-Konuşmanın hazırlanması.
Kitle önünde konuţmada dikkat edilecek en önemli noktalardan birisi heyecanın kontrolüdür. Bazen insanlar heyecanın kontrolünü yanlış anlatmaktadırlar. Heyecansızlık anlamında değildir ve şöyle düşünürler başlangıçta. Ben de öyle düşünüyorum hep ve çok korkardım. Bazı insanların özel bir sinir sistemi var. Çıkıyorlar, çok sakin bir yapıdalar ve hiç heyecanlanmadan konuşuyorlar zannediyorduk. Oysa ki her insan kitle önünde mutlaka heyecanlanıyor ve önemli olan heyecanı yok etmek değil zaten heyecanı yok etmemiz mümkün değil. Heyecanı irademizin emrine alırsak konuşmamıza bir ruh, bir duygu yükü katıyoruz. Bu duygu yükü daha da etkili oluyor. Kitle önünde samimiyetinizi ve çoşkunuzu ifade ediyor, ama kontrol altına alamazsak beklenilmeyen olaylar ortaya çıkıyor. Her insan kitle önünde farklı belirtiler gösteriyor. Bunları şöyle toparlayabiliriz. Ağızda olan değişiklikler. Bir kısım insanda heyecan olmadığı zaman ağzında tükürük bezleri aşırı derecede salgı yapıyor.
Yutkunmazsa bir süre sonra 'c' seslerini (ç) gibi okumaya başlıyor, 'ş' sesini (s) gibi okumaya başlıyor. Yani ses değişmeleri ortaya çıkıyor. Bir kısım insan da hakim olamazsa daha fazla birikirse -ki çok tehlikeli bir şey- birdenbire kontrolü dışında dışarıya tükrük salgılıyor. O çok kötü bir görüntü oluşturuyor. İkincisi; ağızda aşırı kuruma oluyor ve dudaklar aşırı kuruma dolayısıyla birbirine yapışmaya başlıyor. O zamanda patlamalar meydana geliyor. Konuşmada, sedalı sesler, ahenkli sesler gittikçe rahatsızlaşıyor ve kulak tırmalamaya başlıyor. Böyle bir durumda konuşmacı sık sık diliyle dudağını yalamaya başlıyor, diliyle dudağını yalama ise kitle üzerinde çok olumsuz bir etki yaratıyor. Böyle durumlarda mutlaka masada su bulundurmak ve belirli durak noktalarında yalnızca bir yudum su alarak ağızımızı ıslatıp konuuşmaya devam etmek, hem tükrük bezlerinin aşırı salgısını hem de ağzımızdaki kurumayı giderici önlemler arasında yer alıyor.
Seste heyacanımız dolayısıyla ortaya çıkan değişikliklerle ses tonumuzu kontrol edemiyoruz. Bir grup insan ses tonunu kontrol edemediği için sesi hiç çıkmıyor, sesi gidiyor ve hiç duyulamayacak bir hale geliyor. Bir kısmında ise ses, özellikle cümle sonlarında çığlık haline, ıslık haline geliyor. Aşırı heyacan dolayısıyla çok yüksek tonla konuşuyor veya gözünü kapatıyor, kafasını da konuşma metninin içine sokuyor, başlıyor bağırmaya ve karşısındaki insanın kulaklarını tırmalıyor. Dinlemekten çok işkence çeken bir gruba konuşmuş oluyor. Ellerde ve kollarda ortaya çıkan değişiklikler, özellikle dizde titreme ve elde titremeler oluyor. Eğer elimizdeki yazılı bir metni okuyor ve onu bir yere koyamamışsak elimizdeki yazılı metin titremeye başlıyor. Başladığı zaman dinleyicinin dikkati birden elimizdeki metne, kağıdın titremesine takılıyor ve konuşmacı ve dinleyici birbirlerini itmeye başlıyorlar. Demek ki ayaklarda titreme eğer önümüzde sehpa yoksa o zamanda titremeler hemen dikkat çekiyor. Eller, kollar ve bacaklarda çıkan değişiklikler olmak üzere kısaca anlattım. Bunun çözum yolu önceden hazırlanmak olarak gösteriliyor.
1- Ayna karşısında önceden hazırlanmak. Özellikle kitle önünde ağız münakaşaları için günlerce siyasi parti liderleri günlerce, ön hazırlık yapıyorlar .
2- Önceden, zaten ilk on dakika içerisinde heyecanımızı kontrol altına alırsak ondan sonra konuşma devam ettiği için konuşmamıza başlayacağımız 10 hareketi ezberliyoruz. Diyelim ki bizi anons ettiler, davet ediliyoruz, davet edilmeden önce hazırlanıyoruz. Diyoruz ki; önceden kalkacağım merdivenlerin oraya geleceğim orada bekleyeceğim, orada beklerken kendimi kontrol edeceğim ve birden bire kalkıpta kitle önüne çıkınca titreme başlıyor. Ama öne çıkar da burada beklersek, hazır hale gelirsek, kendi kendimizi telkinle kontrol altına alıyoruz. Sıkıp elimdeki kağıtları masanın üzerine koyacağım. Sıraya dizeceğim, mikrofonları ayarlayacağım. Bakınız, bunlar zaman kazanma. Zaman kazandıkça heyacanınızı iradenizi kotrolü altına almaya başlıyorsunuz ve 10 hareketi ezberledikten sonra ilk 10 dakika içerisinde heyecanınızı kontrole alırsak problem kalmıyor. Vücudun kullanılması ile ilgili olarak -bunlar tabi Amerikan toplumuna göre yapılmış şeyler bizim toplumumuzda bu tarz sosyal, psikolojik araştırma yapmak gerekir özellikle- Siyasi parti propagandalarında toplantılarında anket formları dağıtarak en çok konuşmacının hangi özellikleri size ters geliyor diye sorular sorarak bunları toplayıp ortak hale getirmek lazım.
Amerika’da bunlar şöyle belirlenmiş. Eğer konuşmacı kitle önüne çıkıyor, ayaklarını birbirine paralel tutarak, hiç hareket etmeden konuşuyorsa, dinleyici bundan rahatsız oluyormuş.
İkincisi kürsüye veya masaya dayanarak konuşma. Masaya dayanarak konuşuyorsa bir an düşecekmiş gibi bir hareket ve laubalilik hareketi olarak kabul ediliyor ve Amerikan toplumunda bu da dinleyicide olumsuz etki yaratıyormuş.
Konuşma sırasında düğmelerle oynama; heyacanı kontrol etmek için ceketin düğmesini açıyor, tekrar kapatıyor, tekrar düğmelerle oynuyor. Konuşurken sanki anlattığı şeyleri önemsemiyormuş gibi bir hava ortaya çıkıyor. Yüzük veya benzeri takılarla oynama, dil veya dudak yalama , elle saçları tarama, salonun yalnızca bir tarafına bakarak yalnız bu tarafa veya yalnız salonun en dip noktasına bakarak anlatma da insanlarda olumsuz etki yaratıyor.
Bir de konuşma metninin hazırlanmasıyla ilgili bilgi arz etmek istiyorum. Bu çok önemli bir konu ve bir kaynak da buradakilerden özellikle şu kaynağı öneriyorum "Motivasyonun El Kitabı". Motivasyon konusu sosyal-psikolojide yeni bir teoridir. MASLOW isimli bir profesör tarafından öne sürülmüştür. Motivasyonun el kitabı; yani mahiyetimizdeki memurları nasıl motive ederek, daha iyi verim alabiliriz, konuşurken onlara hangi sözleri nasıl söylersek onlar üzerinde önemli etki yapabiliriz. Bununla ilgili Amerikalı sosyal-psikolog MASLOW tarafından geliştirilmiş bir hiyeyarşi paketi var. İşte bu Gisella HAGEMAN’ın kitabı bundan söz ediyor. Eğer değerli dinleyenlerim alırlarsa öyle ümit ediyorum ki çok yararlı olacaktır.
Şimdi hedef kitlenin özelliklerine dikkat. Hedef kitleyi biz ikiye ayırıyoruz;
1- Genel henef kitle,
2- Özel hedef kitle.
Örnek vermek gerekirse şu andaki buradaki kitle, özel bir hedef kitledir. Aynı meslek grubundan ve belirli bir elit tabakadır. Aynı eğitim ve kültür düzeyinde olan belirli bir elit tabakadır. Bir siyasi parti konuşması sırasında alana toplanan 10.000 kişi ise genel hedef kitledir. Genel hedef kitle için yapılan konuşma metni ile özel hedef kitleye yapılan konuşma metni arasında fark vardır. Dolayısıyla iyi bir konuşmacı mutlaka genel hedef kitle veya özel hedef kitle olup olmadığına dikkat etmek zorundadır.
Genel hedef kitleye örnek olarak; Ben bir Ziraat Mühendisiyim, gittim ve Konya’da tarım politikaları ile ilgili konuşma yapıyorum. Sanki karşımda Ziraat Mühendisleri varmış gibi konuşuyorum ve bütün latince terimler, deyimler, kavramlarla konuşmaya başlıyorum. İlk 5 dakikadan sonra insanlar benim ne demek istediğimi anlamıyor, en iyi niyetlisi konuşmayı dinleyen, en iyi niyetli kişi şöyle düşünüyordur. "Adam derya gibi ama kardeşim biz anlamıyoruz". Halbuki kendisi anlamadığından değil konuşmacının o seviyeye inmediğinden. Burada önemli bir konuyu, aydın egoizmini de eleştirmek istiyorum. Bazı köşe yazarlarında okuyoruz, diyoruz ki biz mi halka ineceğiz, halk mı bize gelsin. Bu bir aydın egoizmidir ve eğer biz kendimizi daha yüksekte kabul ediyorsak o zaman önce elimizi bizim uzatmamız gerekiyor. Yani bizim halka inmemiz gerekiyor. Bu çok önemli bir kuraldır. Eğer bir kitleye gider de siz benim seviyeme çıkacaksınız, öğrenin çalışın gelin dersem herkes salonu terk eder gider. Böylece aydınlarla halk arasında bir kopma ortaya çıkar, günümüzde olduğu gibi. Aydın-halk kopukluğu ortaya çıkar.
Hedef kitlenin özellikleri ve davranış özellikleri konulu özel araştırma özellikle Emniyet Teşkilatı için çok rahat yapılabilecek bir şey. Ön araştırma yaptırılıp, diyelim ki bir köye gidiyoruz. Köydeki insanların önceden ne düşündüklerini tesbit etmek siyasi parti propagandalarında da hissediliyor. Köyün ileri gelenleri kim, ne düşünüyorlar, onları toplayıp, ondan sonra hiç isim vermeden konuşmaya başlıyorsunuz. Diyorsunuz ki bu köy şöyle düşünüyor olabilir. Halbuki öyle düşündüklerini biliyorsunuz. Öyle dediğiniz zaman adam diyor ki; "Adam benim ruhumu okuyor. Adam tam beni anlamış adam, tam hak tipi." Arkasından ne söyleseniz kabul edecek duruma geliyor. Bunu yapmak çok zor değil. Bir ön araştırma yaparak köyde kim etkili, neler düşünüyor, ben toplantıya geldiğim zaman kimler gelecek, bunların, bu köyün sosyal gereksinimleri nelerdir, tarımla mı uğraşıyor, hayvancılıkla mı uğraşıyor, bunlarla ilgili ön bilgiler alıp o şekilde konuştuğunuz zaman hedef kitlenizi ikna etmeniz kaloylaşıyor. Hedef kitlenin motivasyonu.
İnsan ihtiyaçları bir pramide benzetiliyor. Bu pramidin tabanında fizik ihtiyaçları var. Yeme, içme, karnını doyurma ve benzeri ihtiyaçlar. Eğer biz karşımızdaki meslektaşlarımızla konuşuyorsak, onları da belirli bir şekilde ikna etmek istiyorsak, bu konuşmaya önce onların fiziki ihtiyaçları nelerdir, onlardan başlayarak konuşmamız gerekiyor.
İkincisi sosyal ihtiyaçlar. Güvenlik; kendisini güvende hissetmek insan her türlü fiziki ihtiyacı karşılanmışsa, ondan sonra kendisi güvende hissetmek istiyor.
İnsan demek ki karşımızdaki insanlara konuşurken onların bize güven duymalarını, söylediğimiz mesajlara güven duymaları gerektiğini hatırlatmak gerekiyor.
Daha sonra duygularına seslenmek gerekiyor. Sevgi, aşk, sadakat gibi konulara seslenmek gerekiyor geniş kitlelere.
Ondan sonra ise kendisini bir mensubiyet içerisinde hissetmek istiyor. Bu duygularına seslenmek gerekiyor.
Beşinci olarak da pramidin zirvesinde aktüel olmak, geri kalmamak. Toplumdaki gelişmelerin önünde olmak günceli kovalamak ihtiyacı geliyor. Bu insanların hepsinde ortak olarak kabul edilen bu MASLOW‘un, ihtiyaç teorisi isimli sosyal-psikolojide belirlenmiş bir unsurdur. Hedef kitleyle konuşurken daima bu pramide bağlı olarak konuşmak gerektiği prensip olarak kabul ediliyor.
Bilginin verilmesi sırasında her grupta anahtar söz grubunu belirleyip belirli aralıklarla aynı sözlerle tekrarlamak başta, ortada veya sonda. Karşımızdaki insan bizim önem verdiğimiz şeylere bağlı olarak dinliyor. Eğer biz önem verdiğimiz şeyleri bir söz grubu içerisinde başta, ortada ve sonda tekrarlarsak insan beyni dinlerken bu önem verdiğimiz şeylerin arasını hızla birleştirerek daha kolay dinliyor. Daha kolay dinleyince de diyor ki; ne kadar rahat konuşuyor adam söylediği herşeyi aynen anladım. Konuşulan şeyleri anladığı hissine kapıldığı andan itibiren konuşmacıya güven duymaya başlıyor. Güven duyduktan sonra da zaten onu istediğiniz şekilde ikna edebilmeniz mümkün görülüyor.
Burada konuşmada anahtar söz gruplarının belirli aralıklarla tekrarı konusunda da önemli bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. iİyi bir konuşmacı dakikada 125 kelimeden az 250 kelimeden çok konuşmamalıdır. Demek ki bu da çok önemli. Eğer 125 kelimeden az konuşursa, o zaman aralara reklam alıyor demektir. Eğer 250 kelimeden çok konuşuyorsa makinalı tüfek gibi konuşuyor demektir ki ona ulaşabilmek mümkün değil. Dolayısıyla dinlenen şey ideal dinleme noktası dakikada 125 kelimeden az olmayacak 250 kelimeden de çok olmayacak.
Verilen bilgiyi örneklendirme. Bu çok önemli konuşmamızı hep teorik bilgilerle anlatırsak karşımızdaki insanı sıkarız. O zaman; önce bir teorik bilgi veriyoruz. Sonra bunu örneklendiriyoruz. Bu örneklendirme bizim başımızdan geçen bir olay olabilir. Toplumun çok bildiği bir olay olabilir. Örneklendirme bir fıkra olabilir veya bir ata sözü olabilir veya bir deyim olabilir. Demek ki önce bir miktar teorik bilgi verdikten sonra bunu örneklendiriyoruz. Buna konkrize etmek diyorlar yani billurlaştırma. Anlaşılır hale getirme bizim hiç yapmadığımız şeylerdir. Konuşmacı çıktığı zaman şöyle düşünür; Kitle beni ilgilendirmez, bir başlar konuşmaya bir daha susmaz. Bir de şöyle bir hastalık var. Yine aydınlar olarak bizde de zaman zaman dilimiz kaçıyor. Ne kadar İngilizce, Latince yabancı dilde kelime korsak karşımızdaki o kadar bizi bir yere kor, statümüzü yükseltir diye düşünüyoruz ve başlıyoruz latince kelimeleri yerleştire yerleştire konuşmaya. Karşımızdaki hiçbir şey anlamıyor ve konuşmada amacına ulaşamıyor. Onun için konuşmanın amacını billurlaştırarak, konkrize ederek, basitleştirerek anlatabilmektir. Bunun da en kolay yolu örneklendirme ve dramatize etmektir.
Bir başka nokta; Bu yeni bir felsefe, estemoloji, yeniden gündeme geldi. Bilginin gerekliliğini ve geçerliliğini gözönünde bulundurmak. Verdiğimiz bilgi hedef kitlenin ne işine yarayacak bunu mutlaka söylememiz gerekiyor. Bu bilgiyi sizin şu işinize yarayabilir, bu bilgiyi ben anlatıyorum ama şunun için gereklidir, mutlaka hatırlatmanız gerekiyor. Bu da konuşmamıza ilgiyi toplamayı sağlıyor. Atasözü deyim veya tipik olay yada fıkralarla zenginleştirme.
Bir başka sonucu konuşmanın hazırlanması sırasında konuşmamızım ana fikrini taşıyan özellikle propagandalarda bu kullanılıyor. Zor ikna edilen gruplara kullanılıyor. Diyelim ki bir sel felaketi ile ilgili konuşacağız ve bilgi vereceğiz. İnsanlara önceden haber veriyoruz. Salonun girişine sel felaketi ile ilgili sergi hazırlattırıyoruz. Dinleyicilerimiz o sergiden geçerek geliyorlar. O resimlere bakarak geliyorlar ve bizim konuşmamıza kendilerini hazır hissediyorlar. Söyleyeceğimiz ana fikri ana düşünceyi sloganlar halinde duvarlara yazdırıyoruz. Bizim konuşmamızdan önce sloganları görüyor, daha sonra bizim konuşmamızla o sloganları birleştirerek mesajı anlaması kolaylaşıyor.
Burada bir kaç tane örnek var. Amekira’da vali seçiminde salon önceden hazırlattırılmış. Bir resim arz edeyim. Konuşmanın özetini hemen bir pankarta yazdırmış Texas Vilayetinde vali seçiminde ve arkaya propagandaya katılan kişi tutuyor. Söylediği her şeyin özü ana fikrini burada tutuyor. Böylece hem gözde hem kulakta söylenen düşüncelerin anlaşılması kolay hale getirilerek ulaştırılıyor. Tabi sloganların sahneye hazırlanması daha kolay bir iş. Ama ön hazırlık yapılması gereken bir iş ve çok daha etkili yöntem. Bir kişinin kitle önünde konuşmasıyla ilgili olarak sizlere arz edeceklerim bunlardan ibaret, diğerlerini de kısaca anlatarak geçmek istiyorum.
Yuvarlak masa görüşmeleri bizim için çok gerekli olduğu için anlatıyorum. Bir de beyin fırtınası diye bir yöntem vardı. Onu göstermek istiyorum. Çünkü polis teşkilatı için çok gerekli olan birşey beyin fırtınası. Yaratıcı düşünme ve beyin fırtınası şu kitabı özellikle öneririm. “Yaratıcı Düşünme ve Beyin Fırtınası” Jofree ROWLANS’ın. Rota Yayınları'nda çıkmış.
Diyelim ki bir gizli örgütle ilgili operasyon yapılacak. Operasyon öncesi yapılan bir beyin fırtınası eylemiyle bu konudaki bütün düşünceleri toplayarak bu gizli örgütün nasıl çalıştığını, bir masa etrafında hemen tespit edebilmek mümkün oluyor. Bunları ana hatlarıyla bir-iki cümleyle özetleyececeğim.
Fakat asıl önemli olan yuvarlak masadaki görüşmeler. Bir fabrika ile ilgili araştırma ile başlayayım. (Bknz. Slayt- ) Şimdi bu yönetim kurulu yerine Emniyet Genel Müdürümüzü ele alalım. Emniyet Genel Müdürümüz emrediyor. Şunlar şunlar yapılsın diye mesaj çıkıyor yola. Mesajın bütünü %100. Daire başkanlarına gelince %30 değer kaybediyor mesaj. Emniyet Amirlerine geçtiği zaman bu %40'a düşüyor birim yöneticisine geçtiği zaman %30’a. En alttaki polis memuruna geldiği zaman %20'ye düşüyor. Yukarıda biz zanediyoruz ki mesajımız tamamen alındı ve eksiksiz yapıldı. Halbuki verdiğimiz bir mesaj eğer çok teknik olarak verilmemişse %80 değer kaybediyor. İşte bunu ortadan kaldırmak üzere yuvarlak masa toplantıları düzenleniyor ve çok önemli. Elbette ki Genel Müdürün birçok işi var. Ama çok önemli şeyler için ya pazartesi günü hafta başı veya hafta sonu Cuma günü yuvarlak masa toplantısı yapılıyor. Yuvarlak masa toplantısında bu birimlerin en önemli temsilcileri yuvarlak masaya toplanıyor ve bu toplantıda önce, bir önceki hafta yapılanlar gözden geçiriliyor, eksikler belirleniyor. Niçin eksik kaldığı tespit ediliyor. Önlemler geliştiriliyor. Sonra önümüzdeki hafta yapılacak iş tespit ediliyor. İş bölümü yapılıp herkes dağılıyor, Böylece mesaj aynı anda bir masa çevresindeki herkese %100 olarak ulaştırılmış oluyor.
Şimdi; bir okulda öğretmen tarih dersinde Kadeş Antlaşmasını anlatıyormuş. Arkada iki çocuk kaynatıyormuş. Öğretmen demiş ki; “Kim yaptı Kadeş Antlaşmasını. Çocuk; “Vallahi ben yapmadım öğretmenim.” Demiş. Öğretmen; “Ben böyle cahil sınıfta ders veremem.” demiş gidiyormuş, yolda müdürle karşılaşmış. Öfkeli öfkeli gidiyor tarih hocası. “Ne oldu hocam neye kızdınız” demiş. “Sorma müdür bey ne cahil, ne terbiyesiz çocuklar. Soruyorum Kadeş Antlaşmasını kim yaptı diye. Vallahi biz yapmadık diyorlar.” Müdür demiş ki; “Ah hocam ben bilmez miyim, bu namussuzları hem yaparlar hem biz yapmadık derler. Gel, sen merak etme.” demiş. Almış onu, okul teftiş geçiriyormuş, odasına götürmüş. Gel bir çay iç sakinleş diye. İeri girerken müfettişe demiş ki; “Müfettiş bey biz burada neler çekiyoruz.” Şikayet ediyor öbür taraftan. Hocam nelere kızmış. Çocuklara soruyor Kadeş Anlaşmasını kim yaptı diye vallahi biz yapmadık diyorlar demiş. Öyle deyince müfettiş; "Hiç merak etmeyin şimdi ben bir yazı yazarım Bakanlığa. Bir müfettiş gönderirler, kimin yapıp yapmadığını tespit ederler.” demiş.
Olay kademe kademe. Yukarı giderken ya değer kaybediyor ya sağırlar diyaloğu haline geliyor. Bunu ortadan kaldırmak için bir yuvarlak masa toplantısı yapılıyor. Hafta sonu toplantıları veya haftabaşı toplantıları adı veriliyor.
Yuvarlak masa toplantıları ile ilgili kural; Bu toplantılar 5 kişiden az 12 kişiden fazla olmamalı. Öyle tespit edilmiş. Çünkü yönetici herkese tek tek söz verecek ve bu konuşma zaman alacak. Onun için en hassas birimlerdeki 12 kişiyi toplamak. 5 kişiden de az olmamalı. O zaman duygusal yakınlık oluyor amir-memur arasında ve iş kaynamaya doğru gidiyor. Uzun beraberliklerde resmiyet ve işin ciddiyeti bozuluyor. Onun için 5 ila 12 kişi arasında olması gerekiyor.
Bakanlıklararası toplantılar bu da son derece önemli. Diyelim ki bakanlıklararası güvenlik koordinasyon toplantısı yapılıyor. Emniyet Genel Müdürlüğü'nden de bir uzman bu toplantıya katılıyor. İçişleri, Dışişleri Bakanlıkları ve diğer gruplardan geliyorlar. İşte böyle bir toplantıda tekrar dinleme kartı gündeme geliyor. Bakanlığımızın yaptığı işleri anlatabilmek için daha önce hazırladığımız dinleme kartı karşımıza geliyor. Çünkü değişik bakanlıklar belirli bir ortak noktada uzlaşacaklar, karar alacaklar. İşte böyle bir durumda yine böyle bir konuşma kartı hazırlayarak yuvarlak masadaki konuşmayı dinliyoruz ve dinlenme burada son derece önemli. Önce dinleyerek karşımızdakileri anladıktan sonra kendi görüşlerimizi söylüyoruz.
Şimdi bir de televizyonla ilgili olarak kısaca açıklamalarda bulunmak istiyorum. Radyo ve televizyon konuşmalarında dikkat edilmesi gereken önemli noktalar var. Diyelim ki bizi bir açık oturuma davet ettiler. Türkiye'de Siyaset Meydanı konuşmaları yapılıyor ve herkes katılıyor. Böyle bir uygulama dünyanın hiçbir radyo, tv kuruluşunda yapılmayan birşey. Yani 50 kişiyi bir araya toplayıp herkesi 6 saat orada konuşturmak. Bir uzman asla böyle toplantılara katılmamalı. ATV’nin aleyhinde propaganda yapıyormuş gibi olacak ama doğrusu bu. Böyle toplantıya katılmamak. Böyle bir toplantıya katılan uzman burada konuyla hiç bilgisi olmayan, sadece kulaktan dolma bilgilerle o toplantıya gelmiş insanlarla eşit duruma düşüyor. Biraz da laf ebesi ise siz hiç işe yaramazmışsınız gibi bir duruma düşüyorsunuz. Onun için bir uzmanın böyle toplantılara asla katılmaması gerekir.
Peki bu toplantılar batıda nasıl yapılıyor? Geniş kitlelerin katıldığı toplantıyla ilgili örnek vermek istiyorum. Çocukları özürlü olan aileler veya kansere yakalanmışlar toplanıyor. Burada herkesin ortak yönü çocuğunun özürlü olması veya kansere yakalanmış olması. Böylece saatlerce aralarında ortak yön olan insanlar oturup konuşuyor. Diyelim ki başından önemli boşanma olayları geçmiş insanlar toplanıyor. Buna grup terapisi deniyor. TV de bu grup terapisi kitlelere yayılmak için yapılıyor. Tabi bizde -bunu üzülerek belirtmek gerekirse- kafa karıştırmak için yapılıyor. Bir işin uzmanını da, o konuyu hiç bilmeyen sokaktaki adamı da çağırıyorlar. Ona da söz veriyorlar ona da.
Sokrates diyor ki; Söyle bakalım Leartes; Çocuğunu çok iyi spor eğitimi görmüş beden eğitimi öğretmenine mi teslim edersin. Yoksa hiç beden eğitimi görmemiş 100 kişiye mi teslim edersin? Elbette çocuğumu çok iyi eğitim görmüş beden eğitimi öğretmenine teslim ederim.
O zaman demokrasinin sınırı uzmanlık alanlarıyla birlikte kalıyor, belirli uzmanlık alanlarında demokrasi olmuyor. Demokrasi çarpıtırılarak ekrandan geniş kitlelere yayılmış oluyor. O da insanların kafasını karıştırıyor.
Öyleyse dikkat edilecek birinci nokta konuşmaya bizimle beraber katılacak insanları önceden bilerek gitmek. İkincisi kıyafet olarak parlak renkli kumaşlardan yapılmış elbiseleri giyerek gitmemek. Çünkü stüdyo ışıkları patlama yapıyor ve gidip oturduğunuz zaman göğüs kısımlarında sanki serap görüyormuş gibi, yahut uzun yolda arabayla giderken yol üzerinde bir su birikintisi oluyormuş gibi ortaya çıkan o görüntüler görüntü olarak ceketin üzerine düşüyor. Bu görüntü de dinleyicinin gözünü yıpratıyor ve çirkin görüntü oluşuyor. Eğer cildiniz yağlı ise mutlaka alındaki çıkıntılarda, burun üzerinde ve yanaklarda, çene üzerinde mutlaka fondotenle rötuş yapmak gerekiyor. Yoksa terliyoruz ışıkların önünde. Isı bir ara 38 dereceye kadar çıkabiliyor, o zaman terliyoruz, terlediğimiz zaman yanaklarımıza yağlı birşey görüntüsü veriyor, o da çirkin bir görüntü meydana getiriyor.Düz ve mat elbiselerle gitmeyi öneriyoruz. Özellikle balık sırtı parlak elbiselerle gitmemek gerektiği kabul ediliyor. Kravatlarında yine aşırı renkli değil de düz ve mat renkli seçilmesi.
TV önünde dikkat edilmesi gereken iki nokta var. Bunlardan birisi zamanın kullanılması. Buna bir örnek vermek istiyorum. TV'de yapılan bir açık oturumdan örnek vermek istiyorum. 5 kişi Güneydoğu ile ilgili konuşuyorlar. Bunlardan ikisini çok iyi tanıyorum. Üniversitede bu işin uzmanı insanlar. Milli Güvenlikte de raportör olarak çalışmışlar. Gecelerini, gündüzlerini bu işe vermiş kişiler: Bir tanesi biraz şovmen. Atraksiyon yapan birisi. Sabah Wall Street Juarnal'daki köşe yazılarını okuyup, akşama kadar bunu bilim diye satan bir başka bilim adamıdır. Beşi dizildiler bizim o çok bilgili dediğimiz bilim adamlarımız. Güneydoğu Anadolu meselesine Orta Asya'dan başladı. Her tur 7 dakika. 7 dakikadan 5 kişi üç tur yapsalar 1,5-2 saat ediyor. 2 saatten fazla zaten dinlenilmez. Birinci 7 dakikayı kullanıyor, bizim bilgili kendisini bu işe vermiş hocamız. Orta Asyadaki Yenisey Irmağının önündeki abidelerden başladı. Oradaki kürt beyi Alparungu Altın kılıcımı belime kuşaındım dediğini, oradan seldeki baş kürdistandaki kürt varlığını, Kazakistan'daki kürt varlığını anlattı. Azerbeycan'a geldi. 7 dakikası doldu. Bırakın beyler ortada bir gerçek var ülkenin gerçeğine bakın. Bana ne Orta Asyanın bilmem neresinden şu anda ülkede kan dökülülüyor ve hemen güncele getirdi olayı. İkinci seans başladı. Bölgenin tarihi konuşuluyor. Bizim hoca gene başladı. 1800 yılında Güneydoğu Anadolu'daki dış güçlerin siyasetinden tam 1923'e getirdi. 7 dakikası doldu. Gene günümüze gelemedi. Sadece gazete kültürü olduğu halde karşısındaki insanı değil de hedef kitleyi düşündüğü için daha etkili gibi göründü. İnsanlar arasında bir ileten var bir de alıcı. Halbuki televizyon konuşmasında bir ileten, karşısında alıcı, bir de ekran karşısında bekleyen alıcı var. Usta bir konuşmacı; hem karşısındaki alıcıyı, hem de TV'de kendisini izleyenlerin kültür düzeyini hesap ederek konuşmak zorundadır. Onun için TV konuşması çok daha zordur. Bir de zamanı kullanırken çok dikkatli bir şekilde kullanmak. Söyleyeceğimiz şeyleri pehlivan fıkrasına dönüştürmeden, özet noktaları ile spot noktaları beraber aktarmak gerekmektedir. Çünkü zaman sınırlı.
Şimdi Brians Store Mink’ten kısaca bilgi arz edeyim ve ondan sonra konuşmamı tamamlayayım. Brians Store Mink’ten denilen şey. İki tip memur olduğu söyleniyor. Analatik memur, yenilikçi memur. Eğer biz bir masa etrafında memurlarımızı toplayarak beraber zaman zaman beyin jimnastiği yaparsak ne elde ediyoruz. Tabi konuştuğum şeyler önceden planlanması gerekenler için kullanılamaz. Örnek vermek istiyorum bir yangın için beyin fırtınası yapamayız. Yangın için önceden insanlar eğitilir, yangın çıktığı zaman kimin ne yapacağı bellidir. Operasyon yapılır veya anarşist veya teröristlerle dolu bir kulübeye polis timinin nasıl saracağı önceden talimle belirlenmiştir. Ona göre yapılır. Bunlar için değil fakat asıl gerekli olan şey şudur. Özellikle bir kurumu yenileştirecek icraat yapmak için beyin fırtınası denilen yöntem kullanılıyor. Böylece memurları ile beraber yönetici bir masa çerçevesinde bir beyin jimnastiği yaptığı zaman memuru kendisine inanıyor. Yapacağı işin mesajı tam olarak açık ve net olarak alınıyor. Kendi fikrini de ortaya attığı için, katılımcı olduğu için, yapacak işlerini benimsemiş oluyor.
Halbuki analatik memur, olayı sadece yasalar ve kurallar açısından değerlendiriyor. Müsaade ederseniz başımdan geçen bir olayı yenilikçi memur ile analatikçi memur arasındaki farkı anlatmak istiyorum. 1987’ de İletişim Fakültesi'nde Dekan Yardımcısı'yım. Radyo-TV bölüm başkanıydım. Hollanda’dan yeni geldim, göreve başladım. Bir öğrenci işleri şefimiz var. Gazi Üniversitesi'nin yetiştirdiği en kaliteli öğrenci işleri şefi. 30 yıllık öğrenci işleri şefi, çok kaliteli insan. Bir gün odama öğrencim geldi. Dedi ki; Hocam ben 4 sınıftayım. TRT de staj yapacağım. Burada da nöbetçi yurtta kalacağım. Bana bir öğrenci belgesi verilmesi gerekiyor. Fakat 15 günden önce veremiyoruz diyor öğrenci işleri. Şimdi ben desem ki Leman Hanımı çağırsam gel buraya bu arkadaşımıza yarım saat içinde öğrenci belgesini ver desem, verecek öğrenci belgesini. Aklından da şöyle diyecek işte bunlar kanunları, yönetmelikleri çiğniyorlar. Sonunda başımıza bu işi açıyorlar. Çünkü çok tertipli düzenli, sadece analatik düşünüyor. Ben Leman Hanımı çağırdım. Dedim ki; Leman Hanım bir öğrenci belgesi vermenin prosedürü nedir? Leman Hanım; hocam önce öğrenci bir dilekçe yazacak, genel evraka verecek. Genel evrak, sekreterliğe verecek. Sekreterlik de size havale edecek. Siz üzerine öğrenci işlerine diye yazacaksınız. Öğrenci işlerine gelecek. Ben yazıyı yazacağım, size getireceğim. Siz imzalayacaksınız, sekretere gidecek. Sekreter mühürleyecek. Genel evraktan çıkacak dedi. Başka bir hukuk bir prosedürü yok dedi. Kızım yaz bakayım şurada bir dilekçe dedim: Telefon ettik sekretere. Al şu dilekçeyi git, genel evraktan sekreterden sevk et bana getir. Sevk ettirdi geldi. Yarım saat içinde öğrencinin belgesini hazırlayarak verin, Alemdar YALÇIN diye imzaladım gönderdim. Alı al, moru mor geldi Leman Hanım. Hocam biz 15 gün önceden vermiyoruz dedik şimdi. Prosedür tamam mı tamam. Peki nedir bu. Usül böyle oldu hocam dedi. Okul açılıyor. Öğrenciler kayıtlarını yaptırıyorlar. 1000 tane öğrenci öğrenci işlerine geliyor, öğrenci belgesi istiyor. Elbette 1000 taneyi bir günde hazırlayamayız prensip koymuşuz 15 günde yapın diye bir ölçü koymuşuz öğrenci kendisini buna göre ayarlasın diye. Onu her zaman uyguluyor. O görevini aldı ya, analatik bir mantıkla bakıyor olaya. Her zaman bunu uyguluyor ve bunu usul haline getiriyor. İşte Brians Store Mink denilen beyin fırtınası bu tarz analatik düşünerek sistemi kilitleyen unsurların sistemi açmalarını sağlıyor. Masa başı toplantılarında açmalarını sağlıyor. Çok uzun kitapları da var. Bu kitapla ilgili şunu bir iki kere daha göstereyim ve konuşmamı bitireyim. Yaratıcı düşünme ve beyin fırtınası kitabını hararetle öneriyorum. Gerçi iş çevreleri için yazılmış ama oradan biz de kendimiz için birşeyler alabiliriz.


1.3.0
Kullanım Şartları - İletişim - Öner
29 Temmuz 2014 Salı 15:04:53